Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Göksu'ya Ağıt

Çelik Gülersoy

En Eski Göksu'ya Ağıt Gönderileri

En Eski Göksu'ya Ağıt kitaplarını, en eski Göksu'ya Ağıt sözleri ve alıntılarını, en eski Göksu'ya Ağıt yazarlarını, en eski Göksu'ya Ağıt yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İnce bir müzik. Bu da bir su müziği, yine. Ama artık bir kanalın ve engin denizlerin değil, usul usul akıp gelen, yeşilliklerle haşır neşir, ipek kadar yumuşacık bir derenin durgun müziğidir dinlenen. Denize belli belirsiz varan, duruyormuş gibi akan bir çayın yumuşak sesi, iyi huylu bir dost gibi selamla sarıp sarmalar sizi.
Dinlendiren bir müzik bu. Denizden içeri doğru bir kayışla, az sonra, mavilikler biter. Sandalın altından maviler geriye doğru akar gider, yavaş yavaş bambaşka bir boyanın, çevrenizi kendine göre renklediğini görürsünüz: Açık yeşil, orta yeşil, koyu yeşil, cam göbeği, filiz rengi, yosun gibi, zümrüdümsü ve neftîler.
Reklam
Karşıda, sol yanda bir Tepe, o da boydan boya yeşil. Yamaçlarında yer yer, boy atmış, duran selviler. İki yanda, göz alabildiğine çayır. Dereden birazcık da yukarıda kalır. Oradan suya sarkar, suyu öper, suyu seyreder yeşillikler. Neler mi? Sayılabilir mi ki? Dikenler, mürverler, yaban gülleri, sazlıklar ve kamışlar, sarmaşıklar, böğürtlenler, böğürtlenler...
Bir uçta masmavi sular, güneyden esmekteyse rüzgâr, biraz cam göbeğine yakın. Yılın büyük bölümünde, güneşin altın ışıklarıyla yıkanan, yakamoz yağmuları ve platin yıldızlarla ışıldayan bir maviliktir, Boğaz.
Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu YayınlarıKitabı okudu
Göksu demek, bu demektir: Hırçın maviliklerden, sakin yeşilliklere geçiş. Rüzgârdan, esintiden, durgunluğa yavaş yavaş bir kayış. Suda dinlenen yeşiller. Cam gibi bir dere yüzünde parıldayan, zümrüt akisler. Ve havayı dolduran kuşların cennet sesleri. Çok eski bir gezgin bilginin dediği gibi, yukarı mı, aşağı mı aktığı gerçekten anlaşılmayan, sessiz mi sessiz bir su kayıp gitmesi.
Reklam
Binlerle mi, milyonla mı, sayısız yıl, geniş kanal Boğaziçi ve ona varan bir su, adı gök rengi ama kendi yemyeşil bir su böyle bir tablo oluşturmuş. Sadece bir kaç yüzyıl insanlar bu keyfi tatmış. Gecesini, mehtabını, güneşin batışını, sıcak gündüzlerin gölgeliklerini denizden sapılan bu derede yudum yudum yaşamış.
Sonra zamanlar akmış. İnsanlar çığ gibi artmış. Ülkenin içlerinden, yeni kuşaklar, birer sel gibi, bu diyara da inmiş. Nerede nasıl oturulur, neresi nasıl kullanılır, bilmeden planlamadan, herkese gerekli olan, yeşil, o yemyeşil tüm alanlar, çimento ile sıvanmış. Son 20-30 yılın Göksuya getirip yığdığı da bu: Dere boyunca uzanan, bereketli bostanlar, bağlar, bahçeler, gitti, birer birer kayboldu, yok oldu. Dünkü zümrüt renkli o geniş su, iki metrelik bir şerittir artık, evlerin lâğımlarıyla dolu.
Göksu Deresi vâdisinde yapılmış olan ilmî bir kazı, bu dere vâdisinde paleolotik döneme ait hiç bir kalıntıya rastlayamamış, sadece çok geç ve yeni devirlere ait çanak çömlek bulmuştu. Yörenin ancak Küçüksu çayırı çerçevesindeki tepelerde, Avrupanın Riss Buzulu ya da ilk Riss-Würm Buzullar arası dönemine tarihlenebilen bazı âletler bulabilmişti.
Ortaçağ, her tabiat olayına mistisizm karıştıran, yaşama zevkine dini korkuları bulaştıran bir insanlık dönemidir ya, Boğaziçinin bu gümrah çayırlarından fışkıran billlûr sular da Bizanslıların gözünde hem şifâ dağıtan hem de insanı günahlarından arıtmaya yarayan kutsal kaynaklar demektir. O yüzden, havaların güzel günlerinde halk akın akın bu zümrüt çayırlara gelirdi ama her suyun başında taştan yapılmış karanlık suratlı bir ayazma yapısı bulur, her ayazmayı koruması altında aldığına inanılan bir Aziz tasviri önünde tapınır ve yarı korku, yarı tatmin duyguları ile vadiyi dolaşmış olurdu.
14 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.