Özgürlükten, düşünceden ödleri patlıyordu. Onların gerçek savaş amacı, düşünen insanı, özgür insanı öldürmektir. Kendileri gibi kör olmayan her şeyi yok etmek istiyorlar!
şimdiye dek tanımadığı, tüm ötekileri de yeniden canlandırarak aşan büyük bir öfkenin birden yüreğini parçalayıp yuttuğunu duydu. Ama yapışkan, bir an bile rahat bırakmayan, varlığından utanç duyulan bir öfkeydi bu. Aşağılanmanın öfkesi... "Benim kinimi de kirletti..."
Bir düşünce Leroux'a rahat vermiyor: Fransız polislerinin de Almanlar gibi görevlerinde hırs taşıması. "İşini benim gibi buyrukla, karşı gelmeden, ama istemeyerek yapan polisleri bağışlamak zorunluğunu duyuyorum. Vichy'nin ve Mareşal'in sözünü dinliyorlar onlar. Düşünmeyi öğrenmemişler. Ama ötekiler, yurtseverlere karşı canla başla, tüm yürekleriyle çalışanlar var ya! O... canına yandıklarım..." diyor Leroux.
Konuşmak istemeyen tutsakları çıplak ayakla üstüne bastırmak için bir kürek demirinin tepesini ustura gibi sivrilten Lyon'daki ünlü bir polisi anlatıyor bana Lerous. Komünistleri yakalamakla görevli ve işkenceler konusunda Gestapo'dan daha iyi buluşlara sahip olmakla övünen Paris'in "terörist" polis müfrezesini anlatıyor.
Bu insanlara karşı basit yurtseverlik ve basit insanlık tepkisinden fazla bir şey var Leroux'da. Utanç ve öfke duyuyor onların da kendi mesleğinden olmasından ötürü.
Sanırım direnişin insanlarında yaradılışlarına ters düşen bir evrim oluyor. Tatlı, sevecen, yumuşak olan kişiler katılaşıyorlar. Benim gibi katı olanlarsa -şimdi de öyleyim- duygulara daha bir yatkın oluyorlar. Nedendir bu? Belki yaşamı gülen renkler altında gören insanlar direnişin ortaya çıkardığı genellikle tehlikeli gerçeklere karşı bir tür iç kalkanla savunuyorlar kendilerini. Belki de insanlar içinde benim gibi oldukça karamsar bir görüşe sahip olanlar, direnişte insanın, düşündüklerinden daha değerli olduklarını anlıyorlar.