"Bütün cümleler birbirinin türevi" imiş söylediklerine göre, "bir nehrin sonsuz çağıldayışı gibi sürekli akıp duran.
Düşününce hak veriyorum bunu söyleyenlere. Ve görüyorum yakından bakınca, bütün cümlelerin aslında yarım kaldığını.
Günlerdir bir virgüle takılıp kalmış durumdayım. Ne öncesin de kalabiliyorum, ne de ötesine geçebiliyorum o virgülün.
O virgül, bir devam etme zorunluluğu ile bir devam edememe güçlüğünü aynı anda hissettiriyor bana.
Böyle bir ikilemin tam ortasında zorunlu ikametteyim.
Devam etmeyi başarabilsem, büyük ihtimal, güneşli havalar iklimine gireceğim cümlenin sonunda.
Ama bunun için virgülün öncesini tümüyle unutmam gerekiyor.
Sanki cümle öncesiz bir cümleymiş ve ben her şeye bir gün aniden, tam ortasından başlayıvermişim gibi...
Kırıldığımı hissediyorum, bir ucumdan diğer ucuma kadar...
Çocuk büyüyor gözümün önünde, büyüyor ve insanlık dediğim şey her neyse, dolduruyor içini solgun gövdesiyle...
Acının sanki hiç sonu gelmeyecekmiş gibi hayatın bütün çekmecelerini doldurmasıyla, kasıp kavurmasıyla, saçıp savurmasıyla ...
Yani hayatın sıradan yangınlarıyla, insanın olağan sancılarıyla, yani hayatın kendisiyle, insanın kendisiyle, yaşaması sürgit, kendisiyle ...
Yükselmesi ve alçalması ruhunun gelgitleriyle, iç karanlıklarının esrarıyla, giziyle...
Eskimenin sonsuz endişesiyle ve ellerin birbirinden yavaşça gevşemesiyle değişiyor yavaşça her şey.
Kalplerin buzun üstündeki bir çatlak gibi içten içe kırılmasıyla ya da bütün kırılmaların pişmanlık merhemiyle sarılmasıyla...
Duyguların boşlukta üşümesiyle, dudaklarda acı bir tebessüme dönüşmesiyle, sevinçlerin gözlerde birikmesiyle, insanın insanda dirilmesiyle...
Bir şeyin bitmesi ya da yeniden başlamasıyla...
Her şey değişiyor.
Ve kaybediyor katılığını zamanla...