Ama ya spermle yumurta birleştiğinde, birbirlerine düşmansalar? Yarattıkları varlık beklenmedik ve sonuçta da anormal olmaz mıydı? Diğer yandan, birbirlerine büyük sevgi duyuyorlarsa, ürünleri de onlardan daha muhteşem olmaz mıydı?
Bireyselleşmedeki bu yoğunlaşma -özfarkındalıktaki bu artış- aynı cemiyetin içinde kısılı kalmaktan kaynaklanan boğucu yükün sonucu değil mi? Bunun yarattığı acı yüzünden düzen ve yapımızda değişimler oluştuğunu anlıyoruz. Kuşkusuz, yaşanan deneyimler zalim ve acı. Belki de bu acı deneyimler hakkında ders vermek imkânsız. Hayattaki acılı deneyimlerimizden öğrendiklerimizi söze dökmek mümkün değil büyük olasılıkla.
Televizyonda haberler vardı ve bir tür isyandan bahsediyorlardı. Yüzünden kanlar akan genç adamlar bağırıyordu; sokaklardan tanklar geçiyordu ve insanlar koşarak saklanacak yer arıyordu. İç savaşa benziyordu. Daha sonradan, bunun Tiananmen Meydanı katliamından sonraki gün olduğunu öğrendim.
Düşlerimin asla gerçekleşmeyeceğini fark ettiğimde -tıpkı büyümesin diye kökleri kısıtlanan, bükülen bir ağaç gibi- sanırım yüreğimde karanlık bir kıskançlık, çirkin bir haset beslemeye başladım.
Bedenim bana aitti, neden başka biri ona ait olduğunu düşünsündü ki? Neden beni seven biri bedenimi kontrol etme hakkı olduğunu düşünsündü? Eğer sevgi bu kadar kısıtlayıcıysa, ben onsuz yaşamaktan memnundum.
Bir çam olurdum belki ya da bir sedir. Her durumda, dallarındaki çiçeklere kuşlar ve böcekler toplayan çiçekli bir ağaç olmazdım. Ben sırf kendisi için var olan, yapayalnız bir ağaçtım.