“Resûl-i Ekrem’in dindeki söz konusu rolünü inkar etmek, Allah’ın göndermiş olduğu vahye O’nun istediği tarzda uymaktan vazgeçip,kendi arzusuna göre yeni bir din oluşturmak anlamına gelmektedir...”
Oryantalizmin geliştiği çağdaş dönemde Yahudi ve Haristiyan kutsal kitaplarının vahiy kaynaklı olup olmadığı hususu ciddi şekilde tartışma konu olmuştu. Ortodokslar dışında modern Yahudi mezhepleri, Kutsal Kitabı araştırma konusu yapmış ve tenkit etmişlerdi. Liberal ve Reformist eğilimli mezhep- ler, kutsal kitabın Tanrı'nın yazdırmış olduğu bir kitap değil, çağlara ve şartlara göre değişen, ilahi unsurlar yanında beşeri unsurları da ihtiva eden bir kitap koleksiyonu olduğunu ileri sürmüşlerdi.
Tabiî kelimesinin çoğulu olan tabiîn, Hz. Peygamber'in ashabından herhangi biriyle mümin olarak görüşen ve iman üzere ölen kimselere denilmektedir. Tabiinden en önce ebu zeyd Ma'mer b.Zeyd (ö.30/651), en son olarakda Halef b.Halife (ö.180/796) vefat etmiştir. Dolayısıyla tabiindönemi yaklaşık 170 yıllık bir zamanı kapsamaktadır tabiler bir taraftan sahabe diğer yandan kendilerinden sonra gelen tevbe-i tabii nesilleri ile iç içe yaşamışlardır tabe-i tabiin veyae etbaü't - tabiin, Hz peygamber'e iman etmiş olarak tabiinden herhangi biriyle görüşen ve Müslüman olarak ölen kimselere denilmektedir ikinci nesil olan tabiilerden sonraki üçüncü nesli ifade etmek üzere tabiilerden sonra gelenler anlamında kullanılmaktadır.
İbnü's-Salâh sahîh hadisleri Buhârî ve Müslim tarafından rivâyet edilmesini esas alarak en güvenilir olandan başlamak üzere yedi dereceye ayırmıştır. Bunlar:
1. Buhârî ve Müslim'in ortaklaşa el-Câmiu's-sahih'lerine aldıkları, başka bir ifadeyle müttefekun aleyh olan hadisler,
2. Buhârî'nin yalnız başına rivâyet ettiği hadisler,
3. Müslim'in yalnız başına rivâyet ettiği hadisler,
4. Kitaplarına almamış olsalar da Buhârî ve Müslim'in şartlarına uygun olan hadisler,
5. Yalnız Buhârî'nin şartlarına uygun olan hadisler,
6. Yalnız Müslim'in şartlarına uygun olan hadisler,
7. Buhârî ve Müslim'in dışındaki hadis âlimlerinin sahîh kabul ettiği hadisler.
Hadislerin değil hadis kitaplarının isnadlarıyla nakledildiği nakil döne- minde icâzet metodunun kullanımının yaygınlaştığı görülmektedir. Bu dönemde vicâde metodunun kullanımında da artış olduğu söylenebilir. Hadislerin tek tek isnadlarıyla rivayet edildiği rivayet döneminde hadisler çoğunlukla sema ve kıraat metotlarıyla alınıp nakledilmekteydi. Temel hadis kaynaklarının isnadlarında yer alan rivayet lafızları incelendiğinde, sema ve kıraat dışındaki metotların ilk üç asırda yaygın olarak kullanılmadıklarının görülmesi de söz konusu metodun rivayet döneminde değil daha sonraları yaygınlaştığını göstermektedir. Nitekim konuyla ilgili yapılan bir araştırmada özellikle icazet metodunun hicri beşinci asırdan sonra yaygınlaştığının ifade edilmesi de bu durumu desteklemektedir.
Ehl-i hadis ise Kur'ân'in mahlûk olduğunu söylemekle onun bir beşer sözü olduğunu iddia etmek arasında hiçbir fark bulunmadığını savunmuştur. Onlara göre Kuran-ı Kerim Allah kelamı olup mahluk değildir. Zira kelam Allah'ın zatından ayrılmayan bir sıfattır. Dolayısıyla "Kur'ân mahlûktur" demek küfür, "mahlûk değildir" demek ise bid'attır. Kur'ân'in Allah kelamı olduğu ayet ve hadislerle sabittir. Ashab ve tabiin alimleride bu hususta farklı bir görüş beyan etmemişlerdir.Bu sebeple sadece, Kuran Allah kelamıdır demekle yetinmek ve Kur'anı telaffuz edişin mahlûk olup olmadığı tartışmasına girmemek gerekir.
Hadisleri yazmasıyla tanınan sahabilerin başında Abdullah b. Amr b. As (ö.65/684) gelmektedir. Duyduğu her sözü kaydetmeyi doğru bulmayan bazı sahabiler onu hz peygambere şikayet etmişler, hz peygamber de ona kendisinden duyduğu her sözü yazmaya izin vermiştir. ( Ahmet b. Hanbel, II, 192,207.)
Abdullah b. Amr, yazılı olarak bir araya getirdiği hadisleri ihtiva eden sahifeye “es-Sahifetüs sadıka” ismini vermiştir ve eserin çoğu Ahmet b. Hanbel’in müsned’inde mahfuzdur.
Sayfa 32 - Ahmet b. Hanbel, II, 158-226.Kitabı okudu