Hengâm-i vidâ-i tu zi bes girye ki kerdem
Dûr ez ruh-i tu çeşm-i mera nûr nemândest
Seninle vedalaşırken ben ne çok ağladım!
Yüzünden uzağım diye gözümde nur kalmadı
Şâdî-i meclisiyân der kadem u makdem-i tust
Cây-i gam bâd meran dil ki nehâhed şâdet!
Meclistekilerin neşesi gelişinde, ayağında
Seni mutlu görmek istemeyen kurtulmasın gamdan!
Ba sabâ hemrâh befrist ez ruhet guldesteî
Bû ki bûî beşnevîm ez hâk-i bustân-i şumâ
Yanağından bir destegül yap, gönder saba ile
Bahçendeki toprak kokusunu alırım böylelikle.
Çi kıyâmet est cânâ ki be âşıkân numûdî
Dil u cân fedâ-yı rûyet benumâ izâr mâ râ
Ey sevgili! Kıyameti kopardın aşıkların başına.
Canım, gönlüm feda olsun yüzüne; gösteriver yanağını bana.
Eger an turk-i şîrazî be dest âred dil-i mâ râ
Be hâl-i hindûyeş bahşem Semerkand u Buhâra râ
Şirazlı o dilber verse gönlümün muradını hani,
Yanağındaki hint benine bağışlarım Semerkant'ı,
hem Buhara'yı.
Ey sûret-i tu mulk-i cemâl u cemâl-i mulk
Vey tal'at-i tu cân-i cihân u cihân-i cân
Yüzün güzellik ülkesi, ülkenin güzelliği
Yüzünün parlaklığı cihanın canı, canın cihanı
Bülbül hep düşünür gül yarim oldu diye
Gül endişe eder nasıl cilvelensem diye
Dilrübalık değildir daima aşık öldürmek
Efendilik, hizmetçinin derdine ortak olmak
Çanak çömlek pazarıma kesat verdi der
Lalin gönlü bu yüzden hep kan döker
Gülün verdiği feyizle söz öğrendi bülbül
Yoksa gagasında olmazdı bunca söz ile gazel
Sevgilimizin sokağından geçen sen!
Bu duvar baş yarar! Kaçın sen!
Yüz gönül kafilesi yolculuk eden sevgilinin yanında
Tanrım, her neredeyse, kıl onu esenlik içinde
Afiyet sohbeti hoşuna gitti gönlüm ama
Aşk tarafı azizdir; ihmal edip yabana atma
Onun siyah zülüflerinden öyle şikayetçiyim ki sorma
Onun yüzünden öyle perişanım ki sorma
Vefa umarak kimse terketmesin gönlünü, dinini
Yaptıklarımdan öyle pişmanım ki sorma
Kimseyi incitmeye niyetim yok ama bir iki yudum için
Cahil insanların elinden ne zahmetler çekerim, sorma
Zahit, selametle geç git yanımızdan; bu lal şarap
Gönlü, dili öyle bir götürür ki sorma
Bu yolda dedikodular vardır; yürek eritir
Herkes bir şey fıştıklar: Bunu görme, onu da sorma
Dindarlık, selamet fikrindeydim ama
O fettan bakışlı nergis göz bir işvelenir ki sorma
Felek topuna olan biteni sorayım dedim
Dedi: Çevgeninin ucunda neler çekerim, sorma
Dedim: Kimin kanına girip saçlarını kıvırcık yaptın?
Dedi : Hafız, bu uzun hikaye; Allah aşkına sorma.
Öyle bir aşk derdi çekmişim ki sorma
Öyle bir ayrılık zehri tatmışım ki sorma
Dolandım tüm dünyayı, işin sonunda
Bir dilber seçmişim ki sorma
Kapısının toprağını arzulamaktan
Gözyaşlarım bir akar ki sorma
Kendi kulağımla dün gece onun ağzından
Öyle sözler işitmişim ki sorma
"Konuşma" diye bana bakıp sus edersin
Öyle bir lal dudak ısırmışım ki sorma
Kendi yoksulluk kulübemde sen yokken
Öyle çileler çekmişim ki sorma
Hafız gibi garip, aşk yolunda
Öyle bir makama gelmişim ki sorma
Yüzünün parlaklığından ne hoştur ömür lalezarı!
Dön gel, gül yüzün olmadan soldu ömür baharı
Revadır, yağmur gibi dökülse gözümden gözyaşları
Gamını çekerken yıldırım gibi geçti ömür çağı
Görüşme fırsatı varken şimdi bir iki dem
Yaşamaya bak bu anı, değil ömrün ne yapacağı
Niceye dek sürecek sabuh içip şekerleme yapmak?
Ömür geçip gidiyor, topla aklını başına, kendine bak
Dün geçiyordu yolumdan, dönüp bakmadı bana
Zavallı gönlüm ne gördü ki şu ömürden yana?
Kimde yoksa yokluk denizinin endişesi
Ağzının noktasında olsun ömür yörüngesi
Hadiseler ordusu her yana kurmuş bir pusu
Bu yüzden boşanmış gider ömür atlısı
Ömrüm yokken yaşıyorum, şaşma hiç buna
Ayrılık gününü kim sayar ömür hesabına?
Hafız bir şeyler söyle; ömrün sayfasında
Kaleminden bu nakışlar kalır ömür yadigarında.