Hakk'a Davet kitaplarını, Hakk'a Davet sözleri ve alıntılarını, Hakk'a Davet yazarlarını, Hakk'a Davet yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
insanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o vakit mü'minin kalbi tuzun suda eridiği gibi eriyecek!
ashâb-ı kirâm:
"niçin eriyecek yâ rasûlâllah?" diye sordular. bunun üzerine efendimiz:
"kötülükleri görüp de onları değiştirmeye güç yetiremediği için." buyurdular.
Sayfa 126 - ali el-müttaki, III, 686/8463Kitabı okudu
rasûlullah "gençlerinizin fıska düştüğü ve kadınlarınızın azdığı zaman hâliniz nice olur?" buyurmuştu. Yanındakiler hayretle:
"ey Allah'ın rasûlü, yâni böyle bir hâl başımıza gelecek mi?" dediler.
"evet, hattâ daha beteri!" buyurdu ve devam etti:
"emr bi'l-mârûf ve nehy ani'l-münker yapmadığınız
zeyneb bint-i cahş şöyle rivayet etmektedir:
rasûlullah, bir gün korkudan titreyerek yanıma geldi ve:
"Allah'tan başka ilah yoktur. yaklaşan şerden dolayı vay arabın hâline! bugün yecûc ve me'cûc'un seddinden şu kadar yer açıldı.” buyurarak baş parmağı ile şehadet parmağını birleştirip halka yaptı. bunun üzerine ben:
"ey Allah'ın rasûlü! içimizde iyiler de olduğu hâlde helâk olur muyuz?" diye sorunca, rasûl-i ekrem efendimiz:
"kötülük ve günahlar çoğaldığı vakit, evet." buyurdu.
nakledildiğine göre ibrahim bin edhem hazretleri, sızmış hâldeki bir sarhoşun pis kokulu ve bulaşık ağzını yıkamış, bunu niçin yaptığını soranlara da:
"eğer yüce Allah'ın adını zikretmek için yaratılan dil ve ağzı bulaşık olarak bıraksaydım, hürmetsizlik olurdu." demişti.
adam ayıldığında ona:
"horasan zâhidi ibrahim bin edhem senin ağzını yıkadı." dediler.
bu durumdan mahcub olan sarhoşun gönlü de uyandı ve:
"öyleyse ben de tevbe ettim." dedi.
böyle bir hâle vesîle olan ibrâhim bin edhem hazretleri'ne rüyasında hak katından şöyle nidâ edildi:
"sen bizim için onun ağzını yıkadın! biz
de senin için onun kalbini yıkadık!"
rivâyet edildiğine göre imâm-ı âzam ebû hanîfe hazretleri’nin bir mecûsîde malı vardı. onu istemek üzere mecûsînin evine gitti. evn kapısına geldiği sırada, ayakkabısına bir pislik bulaştı, onu gidermek için, ayakkabısını silkeledi. fakat pislik, gidip mecûsînin duvarına yapıştı. imam, ne yapacağını bilemedi. çünkü eğer kiri gidermek için kazısa, duvarın sıvasına zarar gelecekti. bıraksa, duvarını kirlettiği için kul hakkına girmiş olacaktı. be yapacağını, duvarın sahibi olan mecûsîye sormaya karar verdi, kapıyı çaldı. kapıyı açan hizmetçiye;
“efendine, ebû Hanîfe kapıda bekliyor, diye haber ver!” dedi.
Aadam kapıya çıktı ve malını isteyeceğini zannederek ebû hanîfe hazretleri’nden özür dilemeye başladı.
imâm-ı âzam rahmetullâhi aleyh ise;
“şu anda bu önemli değil.” dedi ve duvarın durumunu anlatarak sordu:
“söyle, bu duvarı nasıl temizleyebilirim?”
bu ulvî hassâsiyet ve âlicenaplık karşısında duygulanan mecûsî;
“ben önce nefsimi temizleyerek işe başlayayım!” dedi ve o anda müslüman oldu.
ibn-i ömer -radıyallâhu anhümâ- anlatıyor:
“ben bir seriyyeye katılmıştım. askerlerden bir kısmı firar etti, ben de içlerindeydim. ordudan uzaklaşınca:
«şimdi ne yapacağız, cihaddan kaçtık, Allâh’ın gazabıyla dönüyoruz.» diye aramızda konuştuk. sonunda:
«medîne’ye girelim, bizi kimse görmez.» diye düşündük.
ancak medîne’ye varınca:
«rasûlullah efendimiz’e gidip, kendimizi arz edelim, bizim için bir tevbe imkânı varsa onu yerine getirelim, yoksa geri dönelim.” diye kararlaştırdık. sabah namazından önce mescide varıp beklemeye başladık. Allah rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mescide geldiğinde ayağa kalktık ve:
«biz fîrârîleriz!» dedik.
âlemlerin fahr-i ebedîsi bize yönelerek:
«hayır siz, fîrârîler değil, devlet başkanına yardım etmek için gelen ve savaşa tekrar dönmek üzere manevra yapan kişilersiniz!» buyurdu.
kendisine yaklaştık, mübârek ellerinden öptük. bize:
«ben müslümanların ilticâgâhıyım.» buyurdu.
Allah teâlâ, bana farzların ikâmesini emrettiği gibi, insanlara lûtuf ve merhametle muâmele edip yumuşak söz söylememi, (böylece onların kalpleri arasında muhabbet filizleri yeşertmemi) de emretti.
ömer bin abdülazîz, her gece kızlarına uğrar, hâl ve hatırlarını sorduktan sonra uyumaya giderdi. bir gece yine onlara uğramıştı. babalarının geldiğini duyan kızları, elleriyle ağızlarını kapatarak kapıyı açtılar. ömer bin abdülazîz, yanlarında bulunan mürebbiyelerine, niçin böyle yaptıklarını sorunca, şu cevabı aldı:
"yanlarında mercimek ve soğandan başka yiyecek bir şey yoktu. soğan kokusu sizi rahatsız etmesin diye ağızlarını kapatıyorlar."
onların bu zühd, edep ve hassasiyeti karşısında ömer bin abdülazîz'in gözleri yaşardı ve kızlarına:
"kızlarım! sizin çeşitli ve güzel yemeklerle dünya nîmetlerine tâlip olmanız, babanız için bir âhiret vebâli olabilirdi." dedi.
bir gün imâm-ı azam ebû hanîfe hazretleri, çamurda yürüyen bir çocuğa rastlamıştı. ona merhamet ve şefkatle tebessüm ederek:
"evladım, dikkat et de düşmeyesin!" dedi.
çocuk da zekâ ve basîret parlayan gözleriyle imâm'a döndü ve kendisinden beklenmeyecek bir olgunlukla şu karşılığı verdi:
"ey imâm! asıl sen dikkat et ve düşmekten sakın! çünkü âlimin düşmesi, âlemin düşmesi demektir. benim düşmem basittir, düşersem yalnız ben zarar görürüm. fakat sizin ayağınız kayacak olursa, size tâbî olup peşinizden gidenlerin de ayakları kayar ve düşerler ki, bunların hepsini kaldırmak, oldukça güçtür!"