Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Oryanyalizm Tarih Siyaset

Hangi Ortadoğu

Zachary Lockman

Hangi Ortadoğu Gönderileri

Hangi Ortadoğu kitaplarını, Hangi Ortadoğu sözleri ve alıntılarını, Hangi Ortadoğu yazarlarını, Hangi Ortadoğu yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Sekülerliği benimsemiş Musaddık ve onu deviren CİA:
1950'lerin başlarında dünyanın dördüncü en büyük petrol ihra­catçısı konumuyla Batı Avrupa'nın petrol ihtiyacının büyük kıs­mını karşılayan İran'ın petrol gelirlerinin büyük miktarı, çoğun­luk hissesine İngiltere hükümetinin sahip olduğu Anglo-İran Pet­rol Şirketi'ne (AIOC) gitmekteydi. 1951 yılında İran parlamentosu ülkenin petrol zenginliğini kendi insanları için muhafaza etmek üzere AlOC'yi millileştirme yönünde oy kullandı. Millileştirme uluslararası hukukla mükemmel biçimde uyumlu olsa da, mev­cut durumdan hoşnut olmayan İngiltere, kararı bozmanın yol­larını aradı. Birleşik Devletler de, Musaddık hükümetini teslim olmaya zorlamak amacıyla düzenlenen İran petrolünü boykot etme çabalarına katılmak suretiyle İngiltere’yi destekledi. Bu giri­şimler başarısızlıkla sonuçlanması üzerine CIA, 1953'te, demok­ratik yollarla seçilen ve muhafazakâr milliyetçilerin çoğunlukta olduğu Musaddık hükümetini devirmeyi ve müstebit İran Şahmı tahta çıkarmayı amaçlayan askerî bir darbenin örgüüenmesi için yardımlarda bulundu.
ABD’nin Lübnan’a yaptığı askerî müdahale 1957 yılında ilan edilen Eisenhower Doktrini'ni ile meşrulaştırıldı. Birleşik Dev­ letler bu doktrinle, “Ortadoğu ülkelerinin istemeleri şartı ile milletlerarası komünizmin kontrolü altındaki herhangi bir ülkeden gelen açık silahlı saldırılar karşısında, bu ülkelerin toprak bütün­ lüğünü ve siyasî bağımsızlığım sağlamak ve korumak amacıyla’’ müdahale etmede kendisini yetkili kılıyordu. Eisenhower ve da­nışmanları, Lübnan’ın Amerikan yanlısı başkanın, “milletlera­rası komünizm”in teşvik ettiği “açık silahlı saldırılar”ın masum kurbanı olmadığını çok iyi biliyorlardı; aksine, ABD'ye meydan okuyanlar, ülkelerinin, Birleşik Devletler’in Soğuk Savaş çıkarla­rına değil, Arap çıkarlarına yaslanmasını isteyen ve siyasî reform talep eden öteki Lübnanlılardı. Washington; Irak monarşisinin de pek çok Iraklı tarafından giderek daha fazla yozlaşmış, gerici ve yabancı güçlere -belki de özellikle Irak’m eski sömürge efendi­ si İngiltere’ye- aşırı derecede tâbi olarak algılanması sebebiyle yı­kıldığının farkındaydı.
Reklam
Süveyş Krizi
Nasır’ın bu hareketine, ülkedeki gelişme programın önemli adımlarından birinin, Asvan’da Nil üzerinde kurulacak barajın inşası için söz verdiği fonu geri çekmek suretiyle cevap vererek Mısır’ı cezalandırmaya çalıştı. Fakat, Nasır, kendisinin ve pek çok Arap üyenin Amerikan kabadayılığı olarak gördükleri bu tav­ra teslim olmak yerine, beklenmedik bir hamle ile karşılık verdi: Temmuz 1956’da, gelirlerini ABD'nin geri çektiği fonların yerine kullanmak amacıyla, Süveyş Kanalı’nı işleten İngiliz şirketini mil­ lileştirdi. Kanalın millileştirilmesini tersine çevirmek ve Nâsır’ı devirmek için verilen çabada İngiltere, -Fransız sömürge yöne­ timine karşı Cezayir ayaklanmasına verdiği destek dolayısıyla Nasır’dan nefret eden- Fransa ve -Mısır ile şiddeti her geçen gün artan sınır çatışmaları yaşayan- İsrail Ekim 1956’da askerî bir harekât başlatmak üzere gizlice anlaştı. Fakat sömürgeci güçlerin isteklerini yürürlüğe koymak için üstün askerî güçlerini kullana­ bileceği eski günleri anımsatan bu plan, ABD ve Sovyet muhale­ feti dolayısıyla başarısızlığa uğradı. Böylelikle Nâsır askerî mağlu­ biyetine rağmen, siyasî bir zafer kazanarak, zamanının önde ge­len Arap lideri haline geldi; Batı’ya -ve İsrail’e- karşı ayakta duran ve muzaffer olan adam haline...
Cemal Abdulnasır
İlk iktidara geldiğinde Washington ile bir balayı yaşayan Başkan Nasır, ABD Ortadoğu siyasetinin başlıca korkulu rüyası oldu. Nasır, Mısır'ın NATO'nun muadili bir Ortadoğu Ör­ gütlenmesine dâhil olması yönündeki ABD taleplerini reddettiği, diğer Arap ülkelerine de aynı şeyi yapma yönünde cesaret verdiği ve ABD ile İngiltere’ye dost bazı Arap hükümetlerinin meşruiye­tini zayıflatan Arap Birliği’ni teşvik ettiğinden ABD-Mısır ilişkileri gerildi. 1955 yılında Nasır, ordusu için gereken silahlan Sovyet Bloku'ndan satın almak suretiyle bölgeye silah satışındaki Batı tekelini kırarak, Batı iktidarına asıl saldırıyı yapmış oldu. Bu, Eisenhower idaresinin kızgınlığını daha da artıran bir şeydi.
ABD'nin Ortadoğu’daki hedeflerine dair 1952 tarihli bir Ulusal Güvenlik Konseyi analizi şu tavsiyede bulunuyordu: “Devrimci değişiklik için bastıran güçlerin gücü­nü azaltacak ve böylelikle kontrol edilemeyen bir istikrarsızlık yaşanmadan gerekli değişiklikleri gerçekleştirilebilecek noktaya gelmemizi sağlayacak uygun toplumsal ve ekonomik araçları bulmalıyız. Bu durum, çoğunlukla, halihazırdaki yönetici grup­lar vasıtasıyla çalışmamız ve bir yandan bu grupların iktidarda kalmasını desteklerken, bir yandan da bu grupları devrimci deği­ şiklik talebinde bulunan kuvvetlere gerektiği şekilde uyum sağla­maları konusunda ikna etmek üzere nüfuzumuzu kullanmamız anlamına gelebilir.
Filistin meselesi ve sonrasında yaşanan Arap-Israil çatışması da bölgede ABD müdahalesinin artmasına imkân sağladı. 1945 sonrasında İngiltere’nin Filistin’de denetimi sürdüremeyeceği veya ülkenin Arap çoğunluğuyla Siyonist hareketin önderliğin­ deki Yahudi azınlığın taleplerini uzlaştıracak siyasî bir çözüm bulamayacağı ortaya çıktı. Araplar
Reklam
ABD Başkanı Eisenhower’ın 1956 yılında söylediği üzere, “Arap dünyasındaki petrolün Avrupa’nın tümü için sahip olduğu önem giderek daha fazla arttı. Eğer bu petrol rezervleri kesilirse Avrupa ekonomi­ si çöker. Eğer Avrupa ekonomisi çökerse Birleşik Devletler çok zor bir duruma düşer.” Bu yüzden Birleşik Devletler bölgenin mümkün olduğu kadar çok kısmı -ve öncelikle petrol zengi­ni Arap devletleriyle İran'ı- dost hükümetlerin kontrolü altında tutmaya kararlıydı. Bu durum, hem Birleşik Devletler’in hem de müttefiklerinin yararına ucuz petrol akışım korurken, Birle­şik Devletler’e de müttefikleri üzerinde büyük bir baskı kurma imkânı veriyordu.
1950'lerin sonlarında sömürge yönetimi altın­ da olan tek büyük Arap ülkesi Cezayir idi. Fransızlar Cezayir'in, Fransa’nın bir parçası olduğunda ısrar ettiler ve asla bu toprak­ lardan vazgeçemediler. Bu sebepledir ki 1962’deki bağımsızlığına kadar ülke, yıllar süren kanlı çatışmalara sahne oldu.
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Amerikan petrol şirketleri, ABD hükümetinin desteğiy­ le, bölgenin gelişen petrol endüstrisinde kendilerine yer açmaya çalıştılar. Doğal olarak, İngiltere ve Fransa denetimindeki Or­ tadoğu ülkelerinde ve İngiliz çıkarlarının hâkim olduğu İran'da üretime Ingiliz ve Fransız petrol şirketleri egemendi ve ABD pet­rol şirketleri genellikle ikinci derecede ortaklardı.
Lybyer analizi:
Osmanlı sivil ve askerî seç­ kinleri ve OsmanlI’nın en etkili savaş gücü giderek daha fazla katı, etkisiz, yozlaşmış ve sadakatsiz hale geldi. Diğer bir deyişle, Osmanlı İmparatorluğu, sadece ismen değil, fiilen de Müslüman ve Sami hale geldiği için çökmeye başladı. Lybyer şöyle yazmıştı: “Osmanlı Türklerinin bir ulus olarak Muhammedi kaldıkları doğ­ rudur. Bu durum, gerçek ‘Türk trajedisi'ni yarattı”; çünkü bu du­rum, Osmanlı-Türk seçkinlerinin “Türkler, Sarazen [yani Arap] imparatorluğunda öne çıkmaya başladıkları dönemde katı bir mükemelliğe ulaşan skolastik Muhammedizm ile ellerinin kolla­ rının bağlandığı..." anlamına geliyordu.
59 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.