Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hayatınızla Ne Yapmak İstiyorsunuz?

Jiddu Krishnamurti

Hayatınızla Ne Yapmak İstiyorsunuz? Gönderileri

Hayatınızla Ne Yapmak İstiyorsunuz? kitaplarını, Hayatınızla Ne Yapmak İstiyorsunuz? sözleri ve alıntılarını, Hayatınızla Ne Yapmak İstiyorsunuz? yazarlarını, Hayatınızla Ne Yapmak İstiyorsunuz? yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Rekabet, Dışadönük Bir Gösterinin Tapınmasıdır
O halde, insanın kendini anlaması için rekabete gerek var mıdır? Kendimi anlayabilmem için sizinle rekabete mi girmem gerekir? Sonra, bu başarıya tapınmak da niye? Yaratıcı olmayan, içinde bir boşluk olan insan, hep bir şeylere erişmeye çalışan, kazanmayı umut eden, bir şey olmak isteyen insandır ve birçoğumuz da içsel olarak fakir, yetersiz olduğumuzdan dış görünüşümüzde zengin olmak için rekabet ederiz. Konforun, mevkinin, otoritenin, gücün dış görünüşü gözümüzü kamaştırır, çünkü istediğimiz budur.
Eğitim, bireyi topluma uymaya veya toplumla olumsuz bir uyum içinde olmaya teşvik etmemeli; ona önyargısız araştırma ve kendinin farkındalığıyla ortaya çıkacak gerçek değerleri keşfet­mesinde yardımcı olmalıdır. Kendini tanıma olmadığında, kendi­ni ifade etme tüm saldırgan ve ihtiraslı çatışmalarıyla kendini is­patlamaya dönüşür. Eğitim sadece kendini ifade etme dürtüsünü tatmin etmekle uğraşmayıp, kendinin farkında olma yeteneğini de uyandırmalıdır.
Reklam
Nokta
Cahil insan okuma yazma bilmeyen değil, kendini tanımayan insandır.
İç gözlem yaptığınızda, kendinizi değiştirmek için içinize bak­tığınızda, her zaman bir depresyon dalgası olduğunu fark ettiniz mi bilmiyorum. Daima savaşmanız gereken bir değişken dalga vardır; o ruh halini yenmek için kendinizi yeniden incelemeniz gerekir. İç gözlem, olanı kendisi olmayan bir şeye dönüştürme yöntemi olduğundan, içinde kurtuluş olmayan bir süreçtir. Açık­çası, iç gözlem yaptığımızda, o tuhaf eyleme giriştiğimizde olan tamamen budur. Bu eylemde daima biriken bir süreç, ‘Ben’in de­ğiştirmek amacıyla bir şeyi incelemesi vardır. Onun için her za­man ikili bir çatışma ve o nedenle de düş kırıklığı vardır. Hiçbir zaman bir çıkış, bir boşalma yoktur ve o düş kırklığının sonucun­ da da depresyon vardır.
Amacımız başarı olduğu müddetçe korkudan kurtulamayız, çünkü başarma arzusu kaçınılmaz olarak başarısızlık korkusunu doğurur. Onun için gençlere başarıya tapmak öğretilmemelidir.
Reklam
Hepimiz kendimizi çeşitli seviyelere koyar ve sürekli bu yüksek­liklerden düşeriz. Utandığımız bu düşüşlerdir. Utancımızın, dü­şüşümüzün nedeni öz saygıdır. Anlaşılması gereken düşüş değil, bu öz saygıdır. Kendinizi üzerine yerleştirdiğiniz bir kaide yoksa herhangi bir düşüş olabilir mi?
-Günümüzün kültürü hasede, açgözlülüğe dayanıyor... Başarı farklı yollardan elde edilmeye çalışılıyor; bir sanatçı olarak, bir iş adamı olarak, dinden bir şey umarak... Tüm bunlar birer haset şeklidir, fakat insan ancak haset sıkıntı yaratmaya, acı vermeye başladığında ondan kurtulmaya teşebbüs eder. Dengeleyici ve haz verici olduğu sürece, haset kişinin doğasının kabul edilir bir par­çasıdır. Biz, bu hazzın içinde acı olduğunu görmüyoruz. Bağlan­mak haz verir, ama aynı zamanda kıskançlık ve acı da yaratır; bu da sevgi değildir. Bu hareket alanında kişi yaşar, acı çeker ve ölür. Ne zaman ki bu kendi kendini kuşatan hareketin acısı dayanılmaz hale gelir, ancak o zaman insan kabukları kırıp dışarı çıkmaya gayret eder.
Bir İnsana Sahip Olduğumuzu Düşünmek Kendimizi Önemli Hissetmemizi Sağlar
Ben acı çekerken, mutluluk var mı diye sormamın ne fayda­sı var? Acı çekmeyi anlayabilir miyim? Benim derdim bu; nasıl mutlu olunacağı değil. Acı çekmediğim zaman mutluyum, ama bunun farkına vardığım an, o artık mutluluk değil... Onun için acı çekmenin ne olduğunu anlamalıyım. Zihnimin bir parçası mutluluğu aramanın peşinde koşuşturup bu ızdıraptan bir kaçış yolu ararken, acı çekmenin ne olduğunu anlayabilir miyim? Öy­leyse, eğer acı çekmeyi anlamak istiyorsam, onunla tamamıyla bir bütün olmam, onu reddetmemem, ona mazeret bulmamam, onu mahkûm etmemem, onu kıyaslamamam; ama sadece onunla bir bütün olmam ve onu anlamam gerekmiyor mu?
Reklam
Zihin için zor olan durağanlıktır; çünkü zihin daima endişeli­dir, her zaman bir şeyin, almanın veya reddetmenin, aramanın ve bulmanın peşindedir. Zihin asla durağan değildir, sürekli ha­ reket halindedir. Geçmiş, bugünü gölgeleyerek, kendi geleceğini inşa eder. Bu zaman içinde bir harekettir ve düşünceler arasında neredeyse hiçbir zaman bir boşluk yoktur. Düşünceler hiç durak­lamadan birbirini takip eder; zihin kendini daima uyanık tutmaya çalışır ve böylece kendini yıpratır. Bir kalemin ucu sürekli açılırsa, bir süre sonra ortada kalem kalmaz; aynı şekilde, zihin de sürekli kendini kullanır ve tükenir. Zihin daima bir sona gelmekten kor­kar. Fakat yaşamak günden güne bitmek, tüm edinimlere, anılara, deneyimlere ve geçmişe veda etmektir.
Ancak, kanımca şiddetin temel nedeni, hepimizdeki içsel, psiko­lojik güvence arayışıdır. Hepimizin içindeki o psikolojik güvence arzusu, o içsel güvende olma hissi, dışa dönük güvence ihtiyacını doğurur. İçsel olarak hepimiz güvende, kendinden emin, şüphe­den uzak olmak isteriz. Tüm bu evlilik yasaları, güvenli bir ilişki içinde bir erkek ya da bir kadına sahip olabilmemiz için vardır.
Size bir şey tavsiye etmek isterim; yapılması gereken ilk şey ni­çin belirli bir şekilde düşündüğünüzü ve neden belirli bir şekilde hareket ettiğinizi anlamaktır.
Ve yalnızlığın hüznü vardır. Hiç yalnız oldunuz mu bilmiyorum: ansızın hiç kimseyle hiçbir ilişkinizin olmadığını fark ettiğiniz­ de... Ve bu yalnızlık bir tür ölümdür. Dediğimiz gibi, ölüm sadece yaşam sona erdiğinde olan bir şey değildir, hiçbir cevabın, hiçbir çıkışın olmaması da ölümdür.
61 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.