Linda Boström’ün Helios Felaketi bana çokça Janet Frame’in Sudaki Yüzler ve Sylvia Plath’ın Sırça Fanus romanlarını anımsattı. Sudaki Yüzler ve Sırça Fanus zaten çok güçlü, benim de çok sevdiğim, kült romanlar. Aralarında farklılıklar var elbette ama ortak noktaları yazarlarının kendi tecrübelerinden hareketle, akıl hastalığı konusunda yazılmış çok iyi romanlar olmaları.
Helios Felaketi’ne gelecek olursam; novella, Yunan mitolojisindeki Athena misali, bir kız çocuğunun babasının kafasından doğmasıyla başlıyor ve açıkçası travmatik bir baba-kız ilişkisini işleyen, fantastik bir kitap okuyacağınız hissi verse de çok farklı devam ediyor. Akıl hastalığıyla boğuşan genç bir kızın kafasından geçenleri okuyoruz kitap boyunca. İsveç’in kuzeyinde, küçük ve dindar bir kasabada, babasından ayrıldıktan sonra sosyal hizmetler tarafından bir ailenin yanına verilen anlatıcı karakterimiz hem olan biteni hem de iç dünyasını anlatıyor. Tüm bunları bir akıl hastası anlatıcının ağzından dinlediğimiz için, metin gerçekçi olmakla beraber, baştan sona muğlak. Ama bu da eseri daha da güçlü ve gerçekçi yapmış. Akıl hastası genç bir kızın zihnini, hislerini ve dünyasını muazzam yansıtmış Boström. Kısa ve yalın cümlelerle, bu kadar süssüz bir anlatımla böyle bir derinliği ve şiirselliği üstelik bir ilk romanda yakalamış olması hayranlık uyandırıcı. Sade bir dille çok sarsıcı, baştan sona hem anlatımı hem atmosferiyle okuru etkisi altına alan bir kitap Helios Felaketi. Çok, çok beğendim.