Ağlamak işleri nasıl daha iyi yapmazsa gülmek de daha kötü yapmayacaktı. Bu, umursamadığınız ya da unuttuğunuz anlamına gelmezdi. Sadece insan olduğunuzu gösterirdi.
Güldü. “Hoşuna mı gitti? Ne fena,” dedi cilveli bir gülümsemeyle. “Fazlasıyla göze batacağım.” Sonra yüzünden acı dolu bir ifade geçti; sanki güldüğü, başımıza gelen ve gelecek her şeyi düşününce bir anlığına olsun eğlendiği için kendini suçlu hissediyordu ve yeniden paravanın arkasında gözden kayboldu.
Aynısını ben de hissediyordum: Başımızdan geçen ve zihnimde sonsuz, dehşet verici bir döngü gibi kendini tekrarlayan korkunç olayların ağırlığı ve endişe. Yine de ona kendisini her saniye kötü hissedemeyeceğini söylemek istiyordum. Ağlamak işleri nasıl daha iyi yapmazsa gülmek de daha kötü yapmayacaktı. Bu, umursamadığınız ya da unuttuğunuz anlamına gelmezdi. Sadece insan olduğunuzu gösterirdi. Ama bunu da nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum.
Eğer istasyona girip dumanlar tüttürerek duran sekiz otuz trenini izleyen biri varsa gözüne sıradışı hiçbir şey çarpmamış olmalıydı: Ne trenin sürgülerini çekip kapılarını açan kondüktör ve taşımacılarda; ne trenden inip kalabalığa karışan, bazıları askeri giysiler içindeki kadın ve erkeklerde; ne de birinci sınıf vagonundan inen ve kendilerini
Hayatımı sonsuza dek değiştiren o yere ben de sessizce veda ettim. Orası, büyükbabama dair hiçbir mezarlığın barındıramayacağı kadar çok anıya ve gizeme ev sahipliği yapıyordu. Asla ayrılamayacak şekilde birbirlerine bağlıydılar. O ve ada. Artık ikisi de yitip gittiğine göre bana olanları günün birinde gerçekten anlayıp anlayamayacağımı merak ettim: neye dönüştüğümü, neye dönüşeceğimi. Büyükbabamın sırlarını çözmek için gelmiştim adaya ama o arada kendiminkini keşfetmiştim. Cairnhorm'ün gözden kayboluşunu izlemek, o gizemi açığa çıkaracak tek anahtarın karanlık dalgalar arasında kayboluşunu izlemek gibiydi.
Ve sonra ada aniden görünmez oldu; sis dağı tarafından yutulmuştu.
Sanki asla var olmamış gibi.
Kadırga mahkûmları gibi üç saat kürek çektikten sonra kat ettiğimiz mesafe, adayı el kadarbir karartıya dönüştürdü. Birkaç hafta önce ilk kez gördüğüm ve kötü bir şeyler olacağını sezdiğim etrafı farezlerle çevrilmiş kaleye hiç benzemiyordu; artık kırılgan görünüyordu. Dalgalar tarafından istila edilme tehdiniyle karşı karşıya kalmış koca bir kaya parçasını andırıyordu.
"Sizin gibi toplumdan dışlananlar ve ezilenler bile, diğerlerine biraz olsun merhamet gösteremiyorsa," dedi, "bu dünya için hiçbir umut kalmamış demektir." Sonra arkasını dönüp Esme'yi ambulansa doğru taşımaya başladı.