Yegâne hükümran olarak Tanrı'ya inanmak demek, Izutsu'nun yerinde tespitiyle, o anda “davranışla ilgili bütün bir pratik kodu”1!6 kabul etmek demektir. Bu ilişkinin doğrudanlığı, yine iddia ediyorum ki, ister Hume'un psikolojisi, ister Kant'ın kategorik önermesi isterse Schopenhauer'ın irade ve şefkati olsun, psikolojik ve epistemolojik açıdan Aydınlanma'daki bütün metafizik ahlak temellerinden üstündür.
Ahlaki kozmolojinin yönetimine yansıdığı şekliyle Tanrı'nın gücünün sınırsızlığı; ahlak kurucu modern devlet, ideoloji ve “saf” akıl gibi yapay güçlerin karşısında durmuş ve bugün hâlâ durmaya devam eden bir ahlak hukuku için kaynak teşkil etmektedir. En azından şu önermenin doğruluğunu göstermeye bile gerek yoktur: Yeni Müslüman inanan için, tek Tanrı'ya inanmak ve iman etmek (/aith ve belief, her ikisi de iman kelimesine dâhildir), otomatik olarak belli bir davranış biçimini içeren güçlü bir psikolojik zemin olmuştur.