İller kadar geniş, boş topraklar; insanoğlu bir zamanlar kısa bir süreyle onlara sahip olmuştu; sonra başka yörelere göçtü. Ardında yıkıntılarla, tamamen darmadağınık, yaralı bir arazi bıraktı. Ve birkaç on yıl boyunca tanımadığı bir toprakla boğuştuğu bu savaş alanlarında şimdi, tekdüze bir bitki örtüsü, aldatıcı bir karmaşa içinde yavaşça yeniden doğuyor. Aldatıcı, çünkü yüzündeki yapay saflığın ardında, mücadelelerin anısını ve oluşumlarını gizliyor.
Yolcu, artık hiçbir objenin bulunmadığı zenci sanatı galerisini terk etmek zorunda kalıp da, bilinen dünyanın bitpazarındaki gezintilerinde, eskice eşyaların pazarlığıyla yetinen bir antikacıya dönüşmüştür.
1938 de havacılık şimdikine benzemiyordu. Güney Amerika'nın iç bölgelerinde yeterli yol olmadığından o güne kadar komşu panayıra yaya ya da atla giderek günler kaybeden köylüler, gelişmenin bazı kademelerini atlayarak, uçakları at arabası gibi kullanmaya başlamışlardı. Şimdi birkaç dakikalık bir uçuş (ama doğruyu söylemek gerekime birkaç günlük bir gecikmeyle gerçekleştirilebilen bir uçuş) köylülere kazlarını ve tavuklarını pazara ulaştırma imkanını veriyordu. Uçakta bu hayvanlarla birlikte çoğu zaman çömelerek yolculuk edilirdi; uçağın içi çıplak ayaklı köylüler, kümes hayvanlan ve orman içindeki patikalardan taşınamayacak kadar büyük ya da ağır sandıklardan meydana gelen rengarenk bir yükle dolu olurdu.