Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İcazü'l-Beyan

Muhyiddin İbn Arabi

İcazü'l-Beyan Gönderileri

İcazü'l-Beyan kitaplarını, İcazü'l-Beyan sözleri ve alıntılarını, İcazü'l-Beyan yazarlarını, İcazü'l-Beyan yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Sadaka Rahman'ın eline düşer. Aranızdan biri malını arttırdığı gibi Allah da onu bereketlendirir.
Sonra Yahudiler, bir kişi bir şeyi murad ettiğinde, bir diğer kişi de onun aksini murad edince, bu iki kişiden her birinin diğerine düşman olacağını iddia eder. Buna göre Cebrail (onların iddialarınca), azap ve şiddetli olaylar getiren melektir. Mikail ise hayır ve bereket getiren melektir. Bu yüzden de bu ikisi birbirinin düşmanıdır. İşte buna karşılık Hak Teâla onlar, doğru söylüyor olmaları halinde bile kendilerinin bu iki meleğin her ikisine de düşman olduklarını ve bunlara düşman olan kimsenin de hem Allah'ın hem de bütün meleklerin düşmanı olduğunu haber vermektedir. Bu sebeple de Allah, hem böyle kimsenin hem bütün kâfirlerin düşmanıdır. Onların Cebrail ve Mikail'de düşmanlık görmelerinin sebebi, mü'minlere açlık ve kıtlık isabet etmesini istiyor olmaları, fakat bu süreçte mü'minlerin bolluk ve bereket içinde olduklarını görmeleridir. Bu bolluk ve bereket Mikail'den gelmiş olduğu için onu düşman bellemişlerdir, zira onlara bu durumda Mikail, kendi düşmanlarına bereket ve bolluk götürmüş olmaktadır. Yine Cebrail Aleyhisselamın vaktiyle atalarının başına Tur dağını kaldırıp yükseltmesi, dağı sarsıp onları bayıltması gibi hadiselerde adı geçtiği için, onu da düşman bellemişlerdir. Bu yüzden de Hak Teâlâ [Her kim Allah'a, meleklerine, peygamberlerine; Cebrail'e ve Mikail'e düşman ise] buyurarak bu iki meleği, aslında melekler cümlesine dahil oldukları halde özel olarak zikretmiş ve devamında da [bilsin ki, Allah da kâfirlerin düşmanıdır] buyurmuştur. Buradaki fe-innellâhe [bilsin ki Allah] ifadesinin başındaki fe harfi, men [her kim] ifadesindeki şartın cevabıdır.
Reklam
Musa aleyhisselamın hemen ardı sıra Yu'şa, Şumeyl (Samuel), İşaya, Urumya, Davud ve diğer peygamberler gelmiştir. Toplumdan her birine peygamber geldikçe onu inkar etmişler, nihayet İsa Aleyhisselam gelmiştir. [Meryem oğlu İsa'ya da apaçık deliller verdik] İsa kelimesi Süryanice Eyşû' şeklindedir. Meryem kelimesi de erkekler için kullanılan Zeyr (rahip) kelimesinin kadınlar için kullanılan karşılığıdır.
İnsan bu dünyevî yaratılış tabiatında olduğu için, sürekli birlikte olduğu zaman usanır. İşte bu yüzden Hak Teâlâ, insan için çeşitli renk, koku ve tatlarda pek çok yiyecek yaratmıştır. Yine Hak Teâlâ, insana birtakım ibadetleri farz kılınca, bu ibadetleri çeşitlendirmiş ve insanın doğuştan sahip olduğu karakter icabı usanmaması için onları farklı vakitlerde farz kılmıştır. İnsan en lezzetli rızkı bile uzun süre yiyecek olsa ondan bıkar ve başka bir şey ister ya da başka bir rızık yoksa o rızıktan bir süre uzak durur, ancak ihtiyaç anında ona yönelir.
Bir görüşe göre kendisine Musa isminin verilmesinin sebebi, kendisini taşıyan sandığın, suyun içindeki çalılıkların arasında bulunmuş olmasıdır. Zira Kıpti dilinde "Mu," su anlamına, "Sa," ise "ağaç, çalılık" anlamına gelir.
Ben kulumun zannı üzereyim hadisi aklıma geldi :))
Bir mü'min âhirette ateşe girecek olsa, bu onun dünyada hastalanması, fiziksel ve manevi olarak acı çekmesi gibi olacaktır; fakat nihayetinde varacağı yer, sonsuz nimetler içimde edebi saadettir.
Reklam
şecera [ağaç] kelimesi teşâcür [birbirine girme, ihtilâf etme] manasından türemiştir; zira ağacın dalları birbirine girmiş vaziyettedir. Bu durum tartışma ve çekişme esnasında sözleri birbirine karışan tartışmacıların [müteşâcirîn] durumu gibidir. Belki de cennette bu özelliklere sahip tek ağaç yasaklanan ağaçtır ve cennetin diğer ağaçlarının dalları birbirine girmiş vaziyette değildir. Bu nedenle Hak Teâlâ, Kur'ân'da sadece cennetin meyvelerini zikretmiş, cennet ağaçlarından (şecerelerinden) hiç söz etmemiştir. Zira Hak Teâlâ, cenneti uyum (muvâfakat) menzili kılmıştır; orada ağaçların dalları da düzgün ve birbirine girmeden uzuyor olabilir. Ancak cehennemden bahsederken ağaç (şecere) kelimesini kullanmış ve "o cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır" "mel'un ağaç" gibi ifadeler kullanmıştır; çünkü cehennem çekişme ve teşâcür yeridir.
Bakara 22
الذي جعل لكم الأرض فراشا والسّماء بناء وأنزل من السماء ماء فأخرج به من الثمرات رزقا لكم فلا تجعلوا لله أندادا وأنتم تعلمون (۲۲) 22. O Allah ki; yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina kılmış; gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü türlü meyveler çıkarmıştır. O halde bilerek Allah'a ortaklar koşmayın (ona denk olduklarını iddia etmeyin.) [O Allah ki; yeryüzünü sizin için bir döşek kıldı]; burada, yeryüzünün yaygı (bisât), karar yeri, yatak (mihâd) olarak değilde hususen firâş [döşek] olarak isimlendirilmesinin sebebi, devamındaki ifadelerde yeryüzünden meyvelerin çıkmasının adeta bir doğum hadisesi gibi anlatılmış olmasıdır. Buna göre meyveler, gökyüzünden yeryüzüne yağmurun inmesi ile çıkar. Semâ (gökyüzü) lafzının da binâ kelimesi ile birlikte zikredilmiş olmasi, ibtinâ (babalık) manası vermek içindir. Böylece (yeryüzü ile gökyüzünün münasebeti) tıpkı erkekle kadının münasebeti gibi (nikâh), yani göğün yer üzerinde olması, yerin de bir döşek gibi yayılıp onu kabul etmesi şeklinde anlatılmıştır. Buna göre, gökyüzü yeryüzüne suyunu inzâl etmiş (boşaltmış), yeryüzü de titreyip harekete geçmiş ve irileşmiş (dolgunlaşmış), tıpkı kadının hamile kalması gibi yükünü yüklenmiştir. Böylece [onunla çıkarmıştır] yani işte bu nikâh vesilesiyle çıkarmıştır. [Türlü türlü meyveler]; buradaki es-semerât kelimesinin başına gelen elif-lam takısı, kelimenin meyve cinsinin tamamını kapsayacak genişlikte bir anlam ifade ettiğini bildirir.
Umulur ki ifadesi
Allah Teâlâ, kulların yapacakları şeyleri biliyor olduğu halde, burada bu sakınma ifadesinin başına beklenti ifadesinin ("umulur ki" kelimesinin) gelmiş olması, tıpkı "Sizleri imtihan edeceğiz ki bilelim" (Muhammed 47/31) ifadesindeki gibi bir kullanımdır. Doğrusu Allah, kulların yapacaklarını bilmektedir, ancak bu [umulur ki sakınırsınız] ifadesinde (tağlib kuralı gereği) hitab eden değil, hitab edilen esas alınmıştır; çünkü hitabdan maksad odur. Anlam itibariyle bu değerlendirme en doğru olanıdır; çünkü Allah, sözün muhatabı değil, hitabın sahibidir ve hiç bir şey O'nun için gayb (bilinmez) değildir. Dolayısıyla bu hitab geçmişte yaşamış olan, şu anda yaşamakta olan ve gelecekte yaşayacak olan bütün mahlûkât için geçerlidir. Hiç kuşkusuz gelecekte yaşayacak olanlar da bu âyete muhatabdırlar ve onlar şu anda yokturlar. İşte bu yüzden âyette (sakınırlar) şeklinde gâib sigası (üçüncü şahıs kipi) kullanılmamış, bunun yerine “sakınırsınız” şeklinde muhatab sigası kullanılmıştır. Aynı husus, bizden önce yaşayanlar için de geçerlidir. İlâhî kelam kadîmdir, onu işiten ise yaratılmıştır. Aynı şekilde bunun konuşulan hali de öyledir. Benzer şekilde "Rablerinden ne zaman kendilerine muhdes (yeni, yaratılmış) bir öğüt gelse" (Enbiyâ 21/2) âyetinde de "onlara gelen", bu kelamın "konuşulan" halidir.
Sayfa 56 - Çözüm 4Kitabı okuyacak
Allah'ın kelamının sezgilerle, zanlarla, tahminlerle tercüme (tefsir) edilmemesi gerekir. Kaldı ki Araplar bunları (bazı müfessirlerin bu harflere vermiş oldukları anlamları) bilmezler. Müfessirlerin bu konuda zikrettikleri ve Araplara nisbet ettikleri şeylerin hiçbiri, üzerinde dikkatle düşünüp tahkik ettiğin zaman, bu harflere benzemez. Bu
Sayfa 25 - Çözüm 3Kitabı okuyacak
Reklam
Kafama yatmayan bir konu daha çözüme kavuştu.
Yine Hak Teâlâ "indirdik", "yarattık", "Biz" gibi ifadelerde kendi zâtından çoğul olarak söz ettiği zaman, insanlar bunun, azamet ifade etsin diye böyle kullanıldığını düşünürler, ama bu düşünce aslında doğru değildir; aksine bu ifadeler tam da lafızlarında olduğu gibi çoğul manaya delâlet ederler. Burada en fazla bu ifadeleri kendi anlamında takdir etmiş ve yaklaşık olarak şöyle demişlerdir: Hak Teâlâ çoğul ifade kullandığı zaman, bu kullanımın sebebi onun konumu ve şerefidir ve onun sözünün karşısında başka bir söz olamaz; bu itibarla tekil yerine çoğul kelime kinaye kullanmıştır. Oysa durum böyle değildir; ancak bu, görüşler içinde doğruya en yakın olanıdır; ne var ki tam olarak doğru olan görüş, buradaki kinayenin (çoğul ifade kullanımının) farklılıklarıyla, bütün eserlerin kendilerinden neş'et edip vuku bulduğu isimlerden kinaye olmasıdır. Eğer bunları tek bir zât kendisinde topluyorsa, o zaman o şu açıdan âlim, bu açıdan kâdir, öbür açıdan mürîd, diğer açıdan rezzâk (rızık verici)dır; böylece vecihler ve nisbetler çoğalır, bu yüzden de bunu ifade etmek için çoğul nûn'u gerekir.
Sayfa 18 - Çözüm 2Kitabı okuyacak
Hamd O'na'dır. İkincisine ise (hamd kelimesinin başındaki) elif lam takısı delâlet eder; çünkü bu elif lam takısı, söz konusu "hamd" in, övgünün bütün cinslerini ihtiva ettiğini gösterir. Dolayısıyla övgü iki açıdan Allah'adır; ilki, sahip olduğu celâl sıfatı açısından, ikincisi ise, bahşettiği nimet ve ihsanlar açısından. Bu tek türe (bahşettiği nimetler dolayısıyla Allah'ı övmeye) şükür denilir; hamd kelimesini "şükür" olarak tefsir eden kimse kusurlu davranmış, kelimenin anlamının hakkını verememiş olur.
Sayfa 13 - Çözüm 1Kitabı okuyacak
Haddizatında Hazret-i Peygamber Aleyhisselam resullerin en büyüğüdür, çünkü onun risaleti bütün insanlara yöneliktir. Onun resul olarak gönderilişinden kıyamet gününe kadar yaşayacak olan bütün insanlar onun ümmetindendir. Bunların iman edenleri de inkar edenleri de onun ümmetindendir.
Sayfa 404Kitabı okudu
... sevgi gözü kör, kulağı sağır eder.
Sayfa 341Kitabı okudu
62 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.