Hani bazı kitaplar vardır, içeriğinden ziyade yazarından dolayı okursunuz. Bu kitap da öyleydi benim için. Nevşin Mengü mesleğini icra edişiyle, duruşuyla, tavrıyla, üslubuyla başarılı bulduğum bir gazeteci. Haliyle İran ilgimi çekmemesine ve okurken içimin kararacağını bilmeme rağmen okudum kitabı ve iyi ki de okumuşum zira Mengü konuşmasıyla nasıl dinleme arzusu uyandırıyorsa kitabıyla da aynı şekilde okuma arzusu uyandırıyor.
Mengü kitapta İran’daki baskı rejiminden, rejimin halkın hayatına tesirlerinden (ki tesir demek epey indirgeme kalır, insanlar rejimden etkilenmiyor zira, rejimi yaşıyor), siyaset ve siyasetin karanlığından, gazeteci olmanın, kadın olmanın, muhalefet olmanın İran’daki zorluklarından söz ediyor. İnsan olarak en basit, en temel haklarınızdan tutun da sosyal hayatınıza kadar her şeyinize müdahale eden bir rejim. Aldığın nefesi bile neredeyse izin alıp alacaksın. Sorgulaman yasak, itiraz etmen yasak, talep etmen belki mümkün ancak sadece verilen sınırlar içerisinde. O sınırları aşarsan bir şekilde -zaten hayat demeye bin şahit olan- hayatının kalanını da yakıyorsun. E elbette düşünmen de yasak. Kitabın ismini bu yüzden çok anlamlı buldum, insanın düşünmekten canı yanar mı? Bütün hayatın, kaderin, hatta senden sonra gelecek olanların da hayatı ve kaderi birtakım insanların Mengü’nün de tabiriyle “garip gurup” fikirlerine, dayatmalarına, zalimliğine, zorbalığına kalın, zifiri bağlarla bağlıysa yanar. Okurken dahi insanın canı yanıyor, uzun bir inceleme olur diye düşünürken tıkandım bile, ne diyebilirim ki…
Nevşin Mengü’nün kalemini çok sevdim. Darısı diğer kitaplarına.