Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler

Irkçı Değilim Ama...

Eser Köker

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Van Dijk, günlük konuşmalar içinde ırkçı tutumlarının sosyal ve hukuki açıdan kabul görmeyeceğini bildiği için böyle damgalanmaktan endişe eden, buna karşılık önyargılarına rasyonel bir açıklama getirmeye çalışan bireylerin kullandığı bir diğer yaygın formülasyonun altını çizer: “….’lere karşı değilim ama …” Bu formülasyonda boş bırakılan yerleri “Kürtlere, Alevilere, Romanlara, Türkiye’de çalışan yabancı kadınlara” gibi sözcüklerle doldurduğumuzda, aslında ayrımcılığı bu türden açıklamalarla üzeri örtülü hale getirme, hoşgörülür kılma biçimlerinin günlük konuşmalarda olduğu gibi medyada da ne kadar yaygın olduğunu kolayca fark edebiliriz.
ciddi ciddi böyle bir haber çıkmış :D
“Cumhuriyet’ten yana, Cumhuriyetçi olan bir tek Sünni tarikat bulamazsınız. Gelenekleri ve misyoner ilişkileri dolayısıyla Cumhuriyet karşıtıdırlar.” (Hürriyet, Özdemir İnce, “Demokrasinin önündeki engel: Tarikatlar” başlıklı yazısı, 01.10.2006)
Reklam
Bir başka deyişle, etnik ve dinsel azınlık grupları hakkında ne söylendiği/söylenemediğinin ya da yazıldığı/ yazılamadığının araştırıldığı bir içerik sorgulamasına gidildiği kadar, bu içeriklerin nasıl formülleştirildiği, üslup ve retorik özellikleri, argümantasyon ve anlatı yapıları da analiz edilmiştir. “Uygarlıkların beşiği”, “Medeniyetlerin buluştuğu yer”, “700 yıllık hoşgörü” “birlikte yaşama kültürünün zenginliği”, “Dinlerin biraradalığı” “Hepimizin kardeş olduğu” klişelerine dayalı adlandırmalarla toplumsal mekânı sabitleyen, “birlik ve beraberlik zamanı”na göndermelerde bulunarak aciliyet zamanı yaratan, dini ve etnik kökeni biz tanımının dışında bırakarak sürekli “sadakat” talep eden, “Irkçı, milliyetçi, şoven değilim ama” cümlesiyle başlayan yazıları sürekli gündemde tutan ulusal basın, Türkiye’de yaşayan hâkim dini çoğunluk karşısında Alevileri sadece “Müslüman biz”in bir parçası olarak gündeme getirdiği gibi, diğer bazı azınlıkları “dinleri”, özellikle de “kiliseleri” aracılığıyla işaretlemekte, azınlıkların etnik kökenlerini belirtirken terör, suikast, isyan gibi ortaklığı tehdit eden adlandırmaları kullanmaktan çekinmemektedir. Yabancı kadın işçi fuhuş, uyuşturucu, suç ile birlikte anılmakta, mülteciler yoksulluk ve yoksunluk anlatılarının özneleri olarak kurulmaktadır.
Her fırsatta özgürlük güzellemesi yapan bazı ilerici gericiler
“Türban “Siyasal İslam”ın bir simgesidir ve laik demokratik cumhuriyete karşı olanların kullandığı bir silahtır. Artık şu gerçeği görmek zorundayız: Laik demokratik rejimi yok etmek isteyen darbe heveslileri de, şeriatçılar da aynı hedefe ateş ediyorlar. (Hürriyet, Tufan Türenç, “Demokratik rejime ayrı saflardan açılan ateş” başlıklı yazısı, 02
Cemil Meriç görse kitabının ismini "Bu Nasıl Ülke?" yapardı
Yabancı kadınları hastalık, fuhuş ve suçun faili ve tek sorumlusu olarak gösteren bu söylem, ırkçılık konusunda o kadar ileri gidebilmektedir ki, Posta gazetesi, yukarıda başlıkların analizinde de gördüğümüz gibi, 10 kişinin tecavüzüne uğrayan Guatemalalı turist kadınla ilgili haberinde, tecavüz zanlılarının kendilerini savunmak için
Haber ve yazılarda çeşitli gruplara yönelik ırkçılık ve ayrımcılıklar işaretlenirken bu grupların olumlu özelliklerine dair vurgular ağırlıklı olarak onlara atfedilen sadakat kimliği ve işbirliği yapabilme kapasiteleri (23 haber ve yazıda) aracılığıyla kurulmaktadır (bkz. Şekil 8). Bu yönüyle, Ermeniler (17 haber ve yazıda) Türklere ve Türkiye’ye karşı sadık oldukları-olabildikleri ölçüde takdir edilmekte, Kürtler sadakatleri (2 haber ve yazıda) ve geleneklerine bağlılıkları (2 haber ve yazıda) ile, Aleviler geleneklerine bağlılıkları (3) ve sadakatleri (1) ile temsil bulmaktadır. Azınlık aktörleri, adaletsizlik ve haksızlık yaptıkları, şiddete ve suça meyilli oldukları ya da hainlik yaptıkları takdirde (Kürtler 6 haber ve yazıda), sadakatsizlik ve güvenilmezlik durumunda ve Türkiye’ye haksızlık yaptıklarında Ermeniler 3 haber ve yazıda); yaşam biçimlerinin farklılaşması halinde (Aleviler, 1 yazıda) ise olumsuz yargılarla temsil bulabilmektedirler.
Reklam
futbolda da zor zamanlardan geçmişiz
Tıpkı çocukların emanet edilemeyeceği yabancı bakıcılar ve öğretmenler gibi, büyük takımların kalelerinin emanet edilemeyeceği yabancı kaleciler ve tarafsızlıklarından şüphe duyulan yabancı hakemler de “güvenilmez” olarak işaretlenirken, yabancı kalecilere “tahammülsüzlüğün” nedeni takımın gelenekçi yapısı ile açıklanabilmektedir. Haberlerde, Türk kaleci ile lejyoner, “ülke insanı” hakem ile “dışarıdan gelen adam” arasındaki karşıtlık bir güvenme-güvenmeme ilişkisi üzerinden kurulmaktadır: “Daha çok yerlilere kaleyi teslim eden Sarı-Lacivertliler’in gelenekçi yapısı bu mevkide yabancıya tahammülsüzlüğü de ortaya koyuyor. … 1991’den başlayarak bugüne kadar geçen zamanda hep Türk’ün koruduğu filelere bir ara lejyonerin geçirilmek istenmesi ters tepmişti. Engin İpekoğlu, Rüştü Reçber gibi üst düzey ‘Türk kaleciler’den sonra transfer edilen Robert Enke’ye tahammül edilemedi.” (Zaman, “FENER’İN KAPISINDAN 50 YILDA SADECE 5 YABANCI KALECİ GEÇTİ” başlıklı haber, 04.01.2007). “Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy, kendisi görevde olduğu sürece Türkiye’ye asla bir yabancı hakemin maç yönetmek için gelemeyeceğini söyledi. … ‘Ben ülkemin insanına güvenmeyeceksem, dışarıdan gelen adama neden güveneyim ki? Dışarıdan neden bir hakem getireyim ki?” (Zaman, “Ben varsam yabancı hakem olmaz” başlıklı haber, 15.04.2006)
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.