Araplara göre uçsuz bucaksız çölleri dolduran ruhlar (yerel) birer ilah olup her biri özel bir vadide ikamet ederdi. Bu yüzden Araplar seyahatleri sırasında bir takım felaketlere uğramamak için o yerlerin özel ruhlarına sığınırlardı.
Hz. Muhammed'in İslam dinini yaymaya başladığı dönemde kadın, yeryüzündeki bütün milletler arasında hakaret ve zelilliğe mahkum edilmişti ve esaret altında bulunuyordu.
...Araplar, ölen bir kimsenin ruhunun cesedinden ayrılarak kabirden çıktığına inanırlardı. Hatta eğer bu kişi katledilmiş ve katilinden intikamı alınmamışsa kuş şekline giren ruhunun, mezarının başında sürekli beni sulayın diye bağırdığına inanılırdı.
Cahiliye evliliklerinde kadın ile erkeği birbirine bağlayan nikah dini bir mahiyete sahip olmadığından kadın, ancak çocuk doğurduktan sonra iyale dahil olabiliyordu.
Bundan dolayı kadın, çocuk doğurmadan önce ölürse, kocasına başsağlığına gelinmezdi. Çocuksuz kadın diyet vermeğe mahkum olursa diyeti kocası değil, kadının mensup olduğu klan öderdi. Araplar yalnız klan yakınlığına önem verdiklerinden onlara göre sıhri akrabalığın bir değeri yoktu. Hatta aralarında sıhri akrabalarla evlenme yasağı da mevcut değildi. Bu nedenden dolayı bir baba ölünce oğlu, üvey anneleri ile evlenebiliyordu.