Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İşraki Felsefeye Misal Aleminden Bakmak

Fatma Turğay

İşraki Felsefeye Misal Aleminden Bakmak Sözleri ve Alıntıları

İşraki Felsefeye Misal Aleminden Bakmak sözleri ve alıntılarını, İşraki Felsefeye Misal Aleminden Bakmak kitap alıntılarını, İşraki Felsefeye Misal Aleminden Bakmak en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Sühreverdî’ye göre cismânî âlem misâl âleminin gölgesi olduğundan, unsûrî âlemde olan her şey, bu âleme inmeden önce misâl âleminde kayıtlıdır. Bu durumda, his âleminde mevcut olan her şey, nasılsa o şekilde, heyetleriyle birlikte feleklerde mevcuttur ve orada nakışlanmış (menkûş) biçimde bulunur.
Sühreverdî’nin ifadesiyle marifet olmaksızın muhabbet, muhabbet olmaksızın aşk ortaya çıkmaz.
Reklam
Bu âlem yoluyla tüm nübüvvetin vaatleri tahakkuk eder: Cennet ehlinin nimetleri, cehennem ehlinin azapları, tüm cismânî lezzet çeşitleri ve elem sınıfları. Çünkü nefsin tasarruf ettiği misâlî beden, tüm zâhirî ve bâtinî hislerde hissî beden hükmündedir. Onda idrak eden şüphesiz nefs-i nâtıkadır. Tek fark; cismânî aletle idrak ederken misâl âleminde karaltı (şebhiyye) aletiyle idrak eder.
Kutbuddin ŞiraziKitabı okudu
Nefis, karanlık şeylere tutkunsa (‘âşık), yani cismânî şeyler ve şehvânî karanlıklar onda yerleşik bir hal almışsa, geldiği asıl yurdu (me’vâhu) bilmiyor; nûrlu cevherler hakkındaki bilgisizliği nedeniyle onlardan ürküp kaçıyor; karanlığa meylediyor ve ona yakınlık duyuyorsa, bedeni öldüğünde (infisâd) de şevki bu kez onu aşağıların aşağısına (ilâ esfel-i sâfilîn) çeker. Bu çekim, onun bedenle birlikteyken kazandığı ve onu nûrlar âleminden uzaklaştıran kötü heyetlerden kaynaklanır. Sonuçta onun kazandığı kötü ahlâkî özellikler, yine bu ahlâkî özelliklere uygun bir bedene çekilmesine neden olur. 175
Tanrı’nın varlığından ziyade O’nun birliğini açıklamaya yönelen Sühreverdî için O’nun biricik/tek (vahdânî) olması; O’nda bir şartın ya da zıddın olmaması, O’na etki edecek, değiştirecek ya da ortadan kaldıracak bir şeyin bulunmaması demektir. Zira bir şeyin mürekkep olması, bu parçaları biraraya getiren bir sebebe, bir şarta ya da onu ortaya çıkaran zıddına ihtiyaç duyar. Bir şeyin şartının ve zıddının olması, bir şeyi ortaya çıkardığı gibi onu ortadan kaldırma gücüne de işaret eder. Oysa O’nun kendiyle kâim, hep varolan, ezelî ve ebedî olması da basitliğiyle ilgilidir. 75
Nûru’l-Envâr’ın mutlak zengin olmasının en temel tezâhürü, şeylere zâtlarını vermesidir. Bu vermeyi O’nun cömertliğiyle (cûd) açıklayan Sühreverdî, cömertliği ise “ihtiyaç duyulan bir şeyi karşılık olmaksızın vermek” olarak tanımlar. Cömertliğin buradaki birinci kuralı “ihtiyaç duyulanı vermek”, ikincisi ise “karşılıksız”, yani almadan “vermek”tir. Buna karşılık, bir övgü veya mükâfat için verenin ancak bir alışverişçi gibi olacağını, ayrıca suçlama ve ayıplama gibi şeylerden kurtulmak için verenin de böylesi bir alışverişçi olmaktan kurtulamayacağını belirten Sühreverdî, böylece bir fayda kazanmak ya da bir zarardan uzaklaşmak için vermenin cömertlik tanımının dışında kaldığını da ifade etmiş olmaktadır. Cömertlikteki zirve ise “kendi hakikatinde nûr olan” Nûru’l-Envâr’dan başkası değildir.
Reklam
Nûr tabiatı bakımından nûra meyleder; onunla münâsebetten sevinç duyar; karanlıktan nefret eder; onun zıtlığından dolayı kederlenir. İsfehbed nûrun ilk taalluku bu rûhadır. Yağ ve fitilin devamıyla lambanın ışığı olan hayat ona taalluku devam ettirirken, onların sona ermesiyle lambanın ışığı da söner ve ölen bedene taalluk da burada biter. Lamba kalpte olsa da onun ışığı bütün bedene ulaşır (muttasıl). Bu rûhun organlardaki her bir cüzü ışık sahibi bir lambaya benzetilebilir. Ancak nefsin; bedene ittisâlinin şiddeti, onunla birleşmesi (ittihâd) ve nûrunun bedenî nûrlara üstün (galebe) gelmesi nedeniyle her bir ışığın tam bir şuûru onda hâsıl olmaz.
Rûh nefisle pek çok yönden münâsebet halindedir. Letâfet ve kesâfet arasında ikisine de uygun olan rûh, nefis ile bedenin beraberliğini sağlar. Bedenin her yerine dağıldığından, nefsin idrak edici (müdrike) ve hareket ettirici (muharrike) cismâninûrânî kuvvetlerinin taşıyıcısıdır (hâmil).
Nûrun kökeninde bulunan kahr ve muhabbet, nûrun zâtına eklenti değildir; zâtının gereği olarak tezâhür eder. Bu durum mücerret nûrlarda böyle olduğu gibi Nûru’l-Envâr’da da böyledir. 154 Nitekim kahrın ve muhabbetin asıl kaynağı da O’dur. Zira Nûru’lEnvâr kahhârdır. O’nun kahrı, diğer bütün varlıklara galebe çalması, onlara sonsuz nûrunun şiddeti ve işrâkinin kuvvetiyle hâkim olmasıdır. Herşey nûrunu, işrâkını, parlaklığını, yetkinliğini, gücünü ve kahrını O’ndan alır. O ise ancak kendi zâtına aşk ve şevk duyar. İlk âşık olan ve ilk aşık olunan (ma‘şûk) da O’dur. Çünkü O’nun kemâli apaçıktır (zâhir) ve varlıkların en güzeli (ecmel) ve en yetkinidir (ekmel).
Dış idrak güçleri, insan ve diğer kâmil hayvanlarda beş duyu olarak bulunur. Bunlar; dokunma (lems), tatma (zevk), koklama (şemm), işitme (sem‘) ve görme (basar) duyusudur. Bu duyuların duyulurları (mahsûsât) yönünden en üstün (eşref) olanı gözdür; zira onunla yıldızların ve diğer şeylerin ışıkları duyumlanır. Hayvanlar için en önemlisi (ehemm) ise dokunmadır. Ancak şerefli ve önemli olmak farklı şeylerdir; duyulurlar yönünden görmenin duyumladıkları üstünken işitilenler (mesmû‘ât) de bir başka yönden daha latîftir. 103 Örneğin işitilen ahenkli mûsikî sesi, nefse aslî vatanını, aklî âlemini hatırlatarak oraya şevkini artırır. Hasîs ve düşük şeylerden onu ulvî/yüce şeylere, hissî yetkinliklerden aklî, ilmî ve amelî yetkinliklere yükseltir.
21 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.