Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İşraki Felsefeye Misal Aleminden Bakmak

Fatma Turğay

En Eski İşraki Felsefeye Misal Aleminden Bakmak Sözleri ve Alıntıları

En Eski İşraki Felsefeye Misal Aleminden Bakmak sözleri ve alıntılarını, en eski İşraki Felsefeye Misal Aleminden Bakmak kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Bu âlem yoluyla tüm nübüvvetin vaatleri tahakkuk eder: Cennet ehlinin nimetleri, cehennem ehlinin azapları, tüm cismânî lezzet çeşitleri ve elem sınıfları. Çünkü nefsin tasarruf ettiği misâlî beden, tüm zâhirî ve bâtinî hislerde hissî beden hükmündedir. Onda idrak eden şüphesiz nefs-i nâtıkadır. Tek fark; cismânî aletle idrak ederken misâl âleminde karaltı (şebhiyye) aletiyle idrak eder.
Kutbuddin ŞiraziKitabı okudu
Nûr, varlıkta tanımlanmaya ihtiyaç duymayan (müstağnî) tek şeydir. Sühreverdî’ye göre nûrun tanımının yapılamaması, onun apaçık ve belirgin (zâhir) 7 oluşundan kaynaklanmaktadır. Bu durum, kendisi her şeyden daha belirgin olan bir şeyin başka bir şey ile açıklanmasının ya da kendisinden önce kavranmasının da mümkün olmadığını gösterir. Bir şey, her şeyden daha apaçık/zâhir ise onu tanıtacak ve onu apaçık kılacak başka bir şey olmayacaktır. Dolayısıyla tüm gerçekliğin temeli olan nûr, apaçık ve kendinden anlaşılır bir şeydir. 8
Reklam
Nûru’l-Envâr’ın mutlak zengin olmasının en temel tezâhürü, şeylere zâtlarını vermesidir. Bu vermeyi O’nun cömertliğiyle (cûd) açıklayan Sühreverdî, cömertliği ise “ihtiyaç duyulan bir şeyi karşılık olmaksızın vermek” olarak tanımlar. Cömertliğin buradaki birinci kuralı “ihtiyaç duyulanı vermek”, ikincisi ise “karşılıksız”, yani almadan “vermek”tir. Buna karşılık, bir övgü veya mükâfat için verenin ancak bir alışverişçi gibi olacağını, ayrıca suçlama ve ayıplama gibi şeylerden kurtulmak için verenin de böylesi bir alışverişçi olmaktan kurtulamayacağını belirten Sühreverdî, böylece bir fayda kazanmak ya da bir zarardan uzaklaşmak için vermenin cömertlik tanımının dışında kaldığını da ifade etmiş olmaktadır. Cömertlikteki zirve ise “kendi hakikatinde nûr olan” Nûru’l-Envâr’dan başkası değildir.
Tanrı’nın varlığından ziyade O’nun birliğini açıklamaya yönelen Sühreverdî için O’nun biricik/tek (vahdânî) olması; O’nda bir şartın ya da zıddın olmaması, O’na etki edecek, değiştirecek ya da ortadan kaldıracak bir şeyin bulunmaması demektir. Zira bir şeyin mürekkep olması, bu parçaları biraraya getiren bir sebebe, bir şarta ya da onu ortaya çıkaran zıddına ihtiyaç duyar. Bir şeyin şartının ve zıddının olması, bir şeyi ortaya çıkardığı gibi onu ortadan kaldırma gücüne de işaret eder. Oysa O’nun kendiyle kâim, hep varolan, ezelî ve ebedî olması da basitliğiyle ilgilidir. 75
Nûr, zâtı gereği, kabûle istidadı olan her şeyi aydınlatır (işrâk). 125 İşrâkının gücü ve cömertliğiyle Nûru’l-Envâr, her alma istidadında olana kendini gösterir (mütecellin) ve feyzeder (feyyâz). 126 Güneşin görenden bağımsız varlığı, ışığının sâbit ve sürekli olması gibi, bu feyiz/işrâk da kesintisiz biçimde devam eder.
Nûrun kökeninde bulunan kahr ve muhabbet, nûrun zâtına eklenti değildir; zâtının gereği olarak tezâhür eder. Bu durum mücerret nûrlarda böyle olduğu gibi Nûru’l-Envâr’da da böyledir. 154 Nitekim kahrın ve muhabbetin asıl kaynağı da O’dur. Zira Nûru’lEnvâr kahhârdır. O’nun kahrı, diğer bütün varlıklara galebe çalması, onlara sonsuz nûrunun şiddeti ve işrâkinin kuvvetiyle hâkim olmasıdır. Herşey nûrunu, işrâkını, parlaklığını, yetkinliğini, gücünü ve kahrını O’ndan alır. O ise ancak kendi zâtına aşk ve şevk duyar. İlk âşık olan ve ilk aşık olunan (ma‘şûk) da O’dur. Çünkü O’nun kemâli apaçıktır (zâhir) ve varlıkların en güzeli (ecmel) ve en yetkinidir (ekmel).
Reklam
Bu hikayede, işrâk ve müşâhedenin ve bununla bağlantılı olarak kahr ve muhabbetin sözü edilen ilişkideki yerine dair önemli ayrıntılar bulunmaktadır. O bölümdeki sembolik tasvir şöyledir: “Bütün yıldızlar İdris (a.s.) ile konuşurlardı. O, ‘ay’a "Neden ışığın bazen azalıp bazen çoğalıyor?" diye sorduğunda "Benim cismim siyah, parlak-pürüzsüz ve saftır. Kendime ait bir ışığım yoktur. Ama güneşle karşı karşıya geldiğim zaman, başka sûretlerin aynada görünmesi (zâhir) gibi benim cismimin aynasına da onun ışığından bir misâl düşer. Karşılıklılık arttıkça hilallikten dolunaylılığa yükselirim." cevabını verir. İdris, "Güneşle muhabbetin hangi sınırdadır?" diye sorduğunda, "Öyle bir sınırda ki güneşle karşı karşıya olduğum o zamanlar kendime baktığımda, güneşin misâlinin bende zâhir olduğunu görürüm. Yüzeyim ve pürüzsüzlüğüm onun nûrunun kabulüyle dolmuştur (müsteğrak). Böylece ne zaman kendime baksam onu görürüm." der. Eğer aynayı güneşin karşısına koysalar güneşin sûreti orada görünür. Eğer ayna takdiren göz olsaydı ve güneş karşısında kendine baksaydı bütünüyle güneşi görürdü. Demirden bile olsa "Ben güneşim." derdi. Çünkü güneşten başka bir şey görmezdi. Bu nedenle eğer biri "Ene’l-Hakk" dese ya da "Kendimi tenzîh ederim, şânım ne yücedir." der ise onun özrünü kabul etmek vâcib olur.” 156
Sühreverdî’nin ifadesiyle marifet olmaksızın muhabbet, muhabbet olmaksızın aşk ortaya çıkmaz.
Sühreverdî’ye göre cismânî âlem misâl âleminin gölgesi olduğundan, unsûrî âlemde olan her şey, bu âleme inmeden önce misâl âleminde kayıtlıdır. Bu durumda, his âleminde mevcut olan her şey, nasılsa o şekilde, heyetleriyle birlikte feleklerde mevcuttur ve orada nakışlanmış (menkûş) biçimde bulunur.
Güneş, cismânî âlemi hem aydınlatır hem de unsurların meczini tamamlar; üç unsurun, yani toprak, su ve havanın oluşumunda etkili olur. İnsânî nefsin, sûretlerin ve arazların feyezânı için gereken çeşitli yetenekleri (isti‘dâd) oluşturur. Cismânî âlemi aydınlatır ve ısıtır; harikulade (‘acîbe) nûrları, olağan dışı (garîbe) ışıklarıyla oluşu (kevn) tamamlar. Bunların yanı sıra o, diğer yıldızlardan büyüklük (mikdâr) ve yakınlık bakımından değil, şiddeti yönüyle üstündür. Çünkü onlar toplamlarıyla güneşten büyük olsalar da gündüzü yapan odur. Tüm bu nedenlerle, işrâkî gelenekte (fî sünneti’l-işrâk) ona saygı, bir gerekliliktir (vâcib). 314
21 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.