Bu dünyaya doğmak.
Herkes gibi.
Doğarken, bir dilin içine doğmak.
Yine herkes gibi.
Ama sonra, insanın içine doğduğu dilden koparılmak istenmesi.
Ya da dilinin koparılmaya çalışılması.
- Konuşabildiğimiz kadar konuşmalıyız.
Konuşmaya çok daha önce başlasaydık, Ahmet Kaya'yı ülkesinden uzakta ölüme terk eder miydik?
...
:(
Bağlanmaktan kaçınmanın, bağlanılmış bir şeyden kopmaktan çok daha kolay oluşuna ilişkin tespit.
Kraliçe Elizabeth üç yıl Ispanya ya, üç yıl
İtalya'ya ya da Fransa'ya umut veriyor ama kendini hiçbir zaman hiç kimseye ait hissettirmiyor. Cinsel cazibesini hep açık tutuyor ama hiç kimsenin olmuyor. Bakireliği iktidar aracına çeviriyor.
Peki bakire miydi gerçekte? Tabii ki hayır. Sevdiği adamları astırdıktan sonra döktüğü gözyaşları söküp almaz mı aşkın masumiyetini?
Baştaki alıntıya dönüp, Kraliçe Elizabeth'in hikâyesinin ışığında toparlarsam, iktidarın sırlarından biri bağlanmamak. Bağlanmamak ve acıyı devre dışı bırakmak.
İktidara ancak acıyı kendinden uzak tuttuğunda ulaşabiliyorsun.
Çünkü iktidar, acıyı öldürdüğün yerde başlıyor.
İnsan değişiyor. Hiçbir cümlenin son cümle olmadığını döne döne anlıyor. İnsan değişiyor ve sonra da "şimdiki aklımla 20 yaşında olmak isterdim," diyor.
Keşke hep 20 kalsam.. :)