Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Kağıt Kesikleri

İclal Aydın

Kağıt Kesikleri Gönderileri

Kağıt Kesikleri kitaplarını, Kağıt Kesikleri sözleri ve alıntılarını, Kağıt Kesikleri yazarlarını, Kağıt Kesikleri yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
MUTLULUĞUN DEĞİLSE DE ACININ RESMİ YAPILMIŞTIR!
Meksikalı ünlü ressam Frida Kahlo'nun hayatı da, sanatı da hem fiziksel hem de duygusal açıdan neredeyse tamamen acıyla yüklüdür. ... Sanatını acının tam kalbinden söküp çıkarırken, acısı da sanatının ana damarı haline gelir. Kendisini Salma Hayek'in canlandırdığı "Frida" adlı filmde, ressam kocası Diego Rivera'nın da dediği gibi, "Hiçbir kadın ıstırap dolu bir şiirselliği onun gibi resmedememiştir." Tutkuyla sevdiği kocası ise Frida için başka bir acı kaynağı olur. ... Picasso'nun "Kimse onun gibi insan yüzü resmetmeyi bilmiyor," dediği Frida... Filmin çok etkili diyologlarından birinde Troçki "Ne kadar acı çektin?" diye sorar Frida'ya. Ünlü ressam omurgasında ve bacaklarında hiç dinmeyen bir acıyla yaşadığını ama insanın acı çekerek yaşamaya da alıştığını söyler. Frida, korkunç fiziksel acılardan, yasını tutup resmettiği çocuk düşürmelerden, bir yatağa çakılıp kalmalardan ve şiddetli duygulardan geçip dünyaya veda etmeden önce şöyle yazar günlüğüne: "Umarım çıkış güzeldir ve umarım bir daha geri dönmem." Frida'nın filmi de, tıpkı kendisi ve resimleri gibi, yoksunluğun ve yoksulluğun mucizesidir.
Yoksulluğun insanı deli ettiğini. Sanatçı yaptığını. İnsanı söyletenin yoksulluk olduğunu. İnsanlara dayanma, inanma ve umut etme gücü veren muhteşem hikayelerin en çok yoksulluğun acısından çıktığını. Yoksulluğun insanı savaşçı yaptığını. Alacaklı yaptığını. İstekli kıldığını. Başarma ve yaratma isteğiyle donattığını. Hayal gücünün en büyük kaynağı olduğunu. Yoksulluğun zenginleştirdiğini konuşalım... "Yoksulluğun acısını değil, mucizesini konuşalım."
Sayfa 100
Reklam
İçimdeki binlerce benden biri olabilirim. Biri sahici, diğeri sahte ilan edilemez. Öyle gerektiği, başka türlüsü mümkün olamadığı için. Ya da sadece canım öyle istediği için. Ama o binlerce benden hiçbiri çocuk istismarını kabul edemez. Irkçılığı, ayrımcılığı, haksızlığı, emeğin hor görülmesini, üsttekinin alttakini ezmesini ya da adaletsizliği kabul edemez. "Kendin olmak" meselesini safsataya çevirenler, kendi bahçelerinde dal olamamışken benim bahçemde ağaçlık taslıyor gibi gelirler bana. "Kendin olamamışsın!" Böyle bir laf işittiğimde şöyle şeyler söylemek istiyorum: "Ya sen? Sen ve kendin ne âlemdesiniz? Olabilmiş misiniz?"
KENDİN OLABİLDİN Mİ PEKİ?
Tek aşk yok; tek eşlilik bilimsel olarak bile yok; o halde bir insanda neden sadece tek kişilik olsun? Kaç tane kendin var kendinde?
Mutlulukta ve acıda bir araya gelebilmenin yolu yordamı unutuldu sanki; paylaşmanın erdemi nostaljik bir değer olup duygu müzelerine kaldırıldı. Cebimize paramızı koyup profesyonellere gidiyoruz. Çünkü en ihtiyacımız olduğu anlarda, ya da en ihtiyacımız olan tam da o sözü işitmekken kimse "Merak etme, geçecek," demiyor artık.
Sayfa 88
"Butün çocuklar büyür, biri hariç," diye başlar "Peter Pan". Ama romanın kutsadığı çocuklukla, çocukluğa çakılıp kalmak yani "Peter Pan Kompleksi" bambaşka şeylerdir. Yetişkinliğe bir türlü geçemeyenlerin toprakları, acıklı topraklardır. O toprakların sahipleri babalarını ararlar sürekli. Babalarını ararken, ona buna peşkes çekerler kendilerini. Ezeli ve ebedi çocuk kaldıklarından, kendi çocuklarını terk edilme korkusuna boğarlar. Sevgisizlikten ölme hastalığına sürüklerler. Üstelik seve seve, büyük bir aşkla yaparlar bunu. İnsan buna da ağlar. Hem de hiç durmadan ağlar.
Reklam
Biz yıkılan kitaplıkların altında kalan, yanan kitapların ateşleri arasından koşarak geçen, gömülü kitaplar mezarlıklarında büyürken içindeki korkuyu şarkı söyleyerek bastran çocuklardık. Sabah ilkokul öğretmenine "Evinizin duvarındaki Nazım Hikmet şiirlerini ve resimleri kaldırın öğretmenim, size de gelirlerse ne yaparız, dün gece babamı götürdüler," diye ağlayan çocuklardık. Biz mevsimler, mevsimler boyu askerlerle giden anne babaları bekleyen, zamanın hiç geçmediğine inanan, sokağa çıkma yasağını sıradan, olağanüstü hali normal halden zanneden kalbi buruşuk çocuklardık.
Marilyn Monroe günün birinde şöyle demiş Nejla Ateş'e: Biz babasız kızlar her erkekte o kayıp babamızı ararız ve asla bulamayız. Bütün erkekler hem babamız, hem aşkımız, hem çocuğumuzdur beybi. Onun için yalnızlığımız hiç bitmez bizim.
Edip Cansever'in şiiriyle, "Gökyüzü gibi çocukluk hiçbir yere gitmiyor."
Çocuklarımızla birlikte kendi çocukluğumuzu da büyütmeye başlıyoruz. İlk kırgınlıklar, karşılanamamış ilk arzular, ilk içlenişlerle ilk kabullenişler hiç geçmiyor ve çocuklarımızın üzerinden kendi çocukluğumuzu avutuyoruz aslında.
Sayfa 65
815 öğeden 541 ile 550 arasındakiler gösteriliyor.