Acaba güvercinler insan dostlarını ayaklarından mı tanırlar?
. . .
Ey güvercinler, siz de bir yerlerde ateşi tattınız mı? Yanık ayaklarınızın acısını dindirmek için mi inersiniz avluya? Kurşunî kanatlarınız kubbelerin kurşunundan bir parça mıdır?
Yürek kanıyla buğulanmış bu tütsülü şehirde nesneler ve kavramlar dünyası tam bir hasır işi örgüyle içli dışlı, birbirine geçmiş sarmaş dolaş, senli benli.
Yer ufka kadar geniş, gök alabildiğine sonsuzken niye böyle cami havlularında ve ille de kalabalıkların ayakları altındadırlar? Güvercin: İnsansız edemeyen kuş. Sanki "her kuş kendi sürüsüyle" atasözünü havada bırakmak için insanoğluyla iç içeler.
Bir güvercinin tıp tıp atan minik yüreğini zalim nazarlardan uzak tutmak için ne çok tüy, ne çok desen ve ne solgun bir renk... Varsın küçük olsun kuş beyinleri. Kudretin bütün vurgusu göğüs üstüne!
"Kuş beyinli" tabirini kullanmazdan evvel bir durup yutkunmalı. Ya da bu ifadeyi kullananların beyinleri ile yürekleri arasında nasıl irtibat olduğunu dikkate almalı. Evet, başları gövdeye nazaran ufak kalıyor. Buna karşılık göğüsleri hayli tombul ve varlıklarının bütün albenisini oluşturuyor. Sanki neleri var neleri yok göğüslerine doldurmuşlar. Kül rengi mantolarının içerisinde küçücük bir yürek taşıdıklarını düşününce, başla gövde arasındaki orantısızlığı esasen çok manidar buluyorum. Küçük kalbe gösterişli bir mahafaza! Yoksa bu yer kuşları sadece yürekten mi ibaret?
Koca bir sabırsızlar topluluğunun göklerden yere inmiş kanatlı kasvet bulutudur. Gövdeye oranla başlarının hayli ufak kaldığına bakılırsa aklın putlaştırıldığı bir devrin kuşları olmadıkları muhakkak. Bin bir aklın bir arada gezindiği mekanlarda toplanmaları bundan mı yoksa?
Testi, sürahi cinsinden eşyanın yerini bugün robot kafalı, kırılmaz melaminin, sert plastiğin, dayanıklı camın alması olsa olsa kırılganlara çok acıyan bir insan evladının buluşuyla olmuş olmalı.