Hiçbir zaman inandıramadım seni kahramansız bir dünyaya neden inandığıma.Hiçbir zaman inandıramadım seni o kahramanları uyduran zavallı yazarların neden kahraman olmadıklarına.Hiçbir zaman inandıramadım seni o dergilerde resimleri çıkanların bizden başka bir soydan olduğuna.Hiçbir zaman inandıramadım seni sıradan bir hayata razı olman gerektiğine.Ve hiçbir zaman inandıramadım seni o sıradan hayatta benim de yerim olması gerektiğine.
Öyle ki bir süre sonra aramak bulmaktan daha önemli bir iş olup çıkmıştı.Kayıp sevgilinin değil, bahanesi olduğu aşkın öne çıktığı mistik ve panteist bir alemin afyon dumanları, gül suları ve yarasaları arasında buluyordu kendini.
O zaman,kibritimi bir daha yakmadan gerisin geriye şehrin ışıklarına dönerken, felaket anlarında ölümü karşılamanın en mutlu yolunun bu olduğunu düşünerek uzak bir sevgiliye acıyla sesleneceğim: Canım, güzelim,kederlim, felaketler zamanı gelip çattı,gel bana, nerede olursan ol gel,ister sigara dumanıyla dolu bir yazıhanede, ister çamaşır kokan bir evin soğanlı mutfağında,ister dağınık mavi bir yatak odasında,nerede olursan ol,vakit tamam,gel bana; yaklaşan korkunç felaketi unutmak için perdeleri çekili yarı karanlık bir odanın sessizliğinde bütün gücümüzle birbirimize sarılarak ölümü beklemenin zamanı geldi artık.