İlginç bir şekilde, ne zaman bir ilaç broşürü okusam, broşürde tanıtılan hastalığın en beterine yakalandığımı, hastalığın bütün belirtilerin ben de de bulunduğunu düşünürüm. Hatta bir keresinden saman nezlesi olduğumda tedavisi hakkında bilgi edinmek için British Museum'a gitmiştim. Kitaptaki saman nezlesiyle ilgili kısmı okuduktan sonra
Zaten bana hep üzerime düşenden daha fazla iş yapıyormuşum gibi gelir. Çalışmaya üşendiğimden değil, severim çalışmayı. Çalışan insanlara da oldum olası hep hayranlık duymuşumdur. Onları hiç sıkılmadan saatlerce seyredebilirim. Ayrıca benim için işe doymak diye bir şey söz konusu değildir, çünkü hayattaki en büyük tutkum, aldığım işleri biriktirmektir. Ne kadar geniş bir koleksiyonum oluğunu görseniz şaşarsınız. Çalışma odam tavanlara kadar biriktirdiğim işlerle doludur.
"Gece, tıpkı sevgi dolu bir anne gibi elleriyle başımızı nazikçe kavrıyor ve gözyaşlarıyla ıslanmış yüzümüzü kendine doğru çevirip bize gülümsüyor. O konuşmasa bile, biz ne demek istediğini çok iyi anlıyoruz. Sıcak alnımızı onun göğsüne yaslıyoruz ve bütün dertlerimiz uçup gidiyor."
Bugün sanat eseri gözüyle baktığımız eşyalar, yaklaşık üç yüz dört yüz sene öncesinin gündelik hayatında kullanılan eşyalardır. Bunun sebebini çok merak ediyorum doğrusu. Acaba, bugün bir antika gözüyle baktığımız bira bardakları, çorba kaseleri ve şamdanlar gerçekten değerli eşyalar mı; yoksa bize böyle düşündüren onların eski olması mı anlayabilmiş değilim. Bugün evlerimizde duvara süs niyetine astığımız o mavi desenli tabaklar, eskiden yemek tabağı olarak kullanılıyormuş. Belki de süs diye kullandığımız biblolar da 18. yüzyılda bebekleri susturmak için kullanılan oyuncaklardı, kim bilir?