Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Anlam Küresi

Kayıp Halka

İhsan Fazlıoğlu

Kayıp Halka Gönderileri

Kayıp Halka kitaplarını, Kayıp Halka sözleri ve alıntılarını, Kayıp Halka yazarlarını, Kayıp Halka yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Köprü ve yol...
...Avrupa'da bilim tarihi, bilim(açıklama) ile tarihin(anlama) arasındaki uçurumu kapatmak, kısaca iki farklı kültürü barıştırmak üzere geliştirildi ve bu uçurumun iki ucunu birleştiren bir köprü oldu. Bu toprakların çocukları için ise bilim tarihi, tarihin belirli bir döneminde " varlığı, var olanı ve insanı nazarî/aklî nasıl idrak ettiğimizi" tespit etmemizi, tasvir etmemizi ve anlamamızı sağlayacak ve özgüven sorununu aşmamıza yardımcı olacak bir disiplin olarak görülebilir.
Sayfa 16 - Papersense YayınlarıKitabı okudu
İslam Felsefesiyle İlgili Okunabilecek Kitaplar
Sizin için felsefe listeleri oluşturmaya devam ediyorum. Orta Çağ Hristiyan felsefesinden sonra şimdi de Orta Çağ ve Yeni Çağ İslam felsefesiyle ilgili okunabilecek eserlere sıra geldi. Hristiyan felsefesinde yeni-Platonculuk'un bilinmesinin önemli olduğunu söylemiştim. İslam felsefesinde de bu önemli ama aynı zamanda çok iyi Aristoteles
Reklam
Geçmişlerini bilmeyenler şimdilerinde çırpınır, geleceklerinde boğulurlar; çünkü ihtibârsız (deneyimsiz) ihtiyâr (seçim), ne doğru (sâdık) ne de sağlıklı (sahîh) olur.
"Kıtlık zamanların da, insanları açlık değil alışmış oldukları tokluk öldürür.”
Geleceğe ilişkin bir projemizin olması lazım ki geçmiş anlam kazansın. Yoksa geçmiş ya bir özlemdir ya da bir yüktür. Tarih ancak geleceğe ilişkin projesi olan milletler için anlam kazanır. Yoksa hiçbir anlamı yoktur. Akademik bir gevezelik, psikolojik bir tatmin ya da nefretin konusu olmak dışında hiçbir anlamı olmaz tarihin.
Reklam
Türkler, İslam medeniyetine dahil olduklarında, aklı ve vicdanı da parçalanmış buldular. Hakikati temsil ettiğini iddia eden onlarca dini ve fikri okul aralarında çatışma halindeydi; öyle ki, birbirlerinin canlarına kastetmekteydiler. Aklın parçalanmışlığı siyasi parçalanmışlığın meşruiyetini sağlıyor; siyasi parçalanmışlık ise fikri parçalanmışlığı besliyordu. İtikadi ve fıkhi mezhebler, irfani meşrepler, felsefi meslekler, tüm renkleri ve tonlarıyla, her türlü ifrat ve tefrit uçlarıyla mevcuttu. Aklın/nazarın/bilginin bu parçalanmışlığı, elbette eyleme de yansıyordu. İşte Oğuzlar, tarihi tecrübenin kendilerine kazandırdığı 'operatif-kalkülatif-regülatif' bir akletme tarzı ile 'düzen ve süreklilik' hassasiyetleriyle, bilgi ile eylemin, akıl ile adaletin yeniden tesisini ve hatta terkibini gerçekleştirmiştir.
Neils Bohr'un dediği gibi "Bugünün bilimi yarının efsanesidir." Efsaneler varlığa dair yeni sorular sormayı sürdürmekle aşılabilir. Ancak insan türünün kaderi belirli bir noktadan sonra soru sormayı bırakıp verilen yanıtlar içinde yaşamaktır. Bu durumdan kurtulmanın tek ama tek yolu aklın dindarlığını korumasıdır. Çünkü Heidegger'in dediği gibi "Soru sormak aklın dindarlığıdır." Bizim millet olarak bir zamanlar mensup olduğumuz medeniyette dindar aklın adı ise 'akl-ı selim'dir.
Tarih, rasyonalitesini kendisine ait paradigma içinde sonuna kadar kullanan her medeniyetin nihayetinde bir mistisizme ulaştığını göstermektedir. Güçlü bir mistisizm o medeniyetin kendine ait güçlü bir rasyonaliteye sahip olduğunu gösterir. Plotinus, İbn Arabi ya da Heidegger, mensup oldukları medeniyetlerin rasyonel açılımlarının ne kadar güçlü olduğuna yalnızca birer işarettirler.
Kadim dönemde "Bey'in dini boyun dinidir" ilkesi gereğince Oğuzlar, beylerinin bu tercihine uygun şekilde, tarihçilerin bildirdiğine göre, büyük kitleler halinde İslam'a girdiler ve 'imanlı Türk' anlamında 'Türk-i iman: Türkmen' diye adlandırıldılar.
Reklam
320 syf.
10/10 puan verdi
·
32 saatte okudu
Kayıp Halka - İhsan Fazlıoğlu
Kitabın ana temasını şöyle özetleyebilirim: Bir medeniyetin, bilgi-değer-varlık üçgeni arasında kurduğu ilişki ağı, o medeniyetin dünya görüşünü oluşturur. Bu bağlamda, Türk-İslam medeniyetinin bilgi üretme konusundaki kullandığı yöntem ve ilkeler; yani bilim-felsefe etkinliğinde meydana getirdiği farklılıklar, hatta bu medeniyetin kendi içindeki nüans derecesindeki düşünce farklılıkları, onu diğer uygarlıklardan ayırır. Türk-İslam medeniyetinin bilgi üretme süreci, tarihte ve içinde yaşadığımız çağda gerekli muhataplarını bulamadığından, bilim-felsefe tarihinde uzun bir süre kendisine söz hakkı verilmemiş, adeta bilim-felsefe tarihinin "Kayıp Halka"sı haline gelmiştir. İşte İhsan Hoca, bu denemesinde, bunun nasılını ve nedenini anlatmaya çalışıyor. (Şunu da söylemek isterim: Geçmişine iğrelti ile bakan modern Türk aydını, Türk-İslam medeniyeti denilen bir gerçekliği yadsır. Ayrıca olguları, sonuçları üzerinden yorumlamaya meğillidir. Ve bu yarım-aydınların ekseriyeti amelî-siyaset noktasından düşünür. Bu zihniyetin değişmesi gerektiğini vurgulamak isterim. Çünkü bize kompleksi aydınlar lazım değil. Bu kitap belki onlara bir şifa olabilir.) Ayrıca bu kitap, bir konuyu derinlemesine anlatmaktan ziyade, derinlemesine çalışılmış beş makaleden oluşuyor, sırasıyla; bilim tarihi kavramı üzerine, Türk bilim-felsefe tarihi üzerine, Selçuklu bilim-felsefe birikimi üzerine, Osmanlı bilim-felsefe birikimi üzerine yazılmış makaleler. Son makale ise, medeniyet kavramına yönelik bir tartışmayla kapanıyor. Puan olarak: 10/10 veriyorum. İhsan Fazlıoğlu'nun bütün kitaplarını okumanızı tavsiye ederim.
Kayıp Halka
Kayıp Halkaİhsan Fazlıoğlu · Papersense Yayınları · 201466 okunma
Öyleyse yeryüzünde Tanrı'nın halifesi olan insanın nihai amacı teellühtür; yani Tanrı'nın ahlakı ile ahlaklanmak... Bu da bir sürekli oluştur, bir süreçtir.
İslam medeniyetini, tarihi bir hadise olarak görmek, onu yazılmış kitaplarda, yapılmış mimari eserlerde müşahede etmeye çalışmak ona sahip olunulduğu anlamına gelmez; çünkü işe taşınmayan bir bilgi, kişinin sahip olduğu bir bilgi değildir.
Zira, bize göre, neden ile sonuç arasındaki ilişki zorunlu değil süreklidir. Bu çerçevede, temeddün, ilkelerini İslam metafiziğinden, İslam teo-ontolojisinden alan sürekli bir tarih yapma tarzıdır. Süreklilikte, mevcudiyet değil subutiyet önemlidir; mevcudiyet, süreç içinde ortaya konulan etvar ve ahvale delalet ederken, subfıtiyet, ilkelere, usule karşılık gelir; bu nedenle, korunması ve sürdürülmesi gereken, etvar ve ahval değil usuldür, ilkelerdir.
1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'ndan bu yana, beka-i devlet kaygısı, Balkanlar, Çanakkale ve İstiklal Harbi ile pekişen var olma korkusu, bu topraklardaki kültürün derinlerine sinmiş güç kaybının yeniden elde edilmesi çabasıyla, karşısında yenilgiye uğranılan gücün, yani Batı medeniyetinin, taklidine götürmüştür. Çünkü güç, taklit edilir. Nitekim İbn Haldun, bu durumu şöyle ifade eder: "Çocuğun, babasının kemaline inanarak ona benzemeye çalışması gibi, mağluplar da kemaline inanarak galipleri örnek alırlar. "
Çünkü İslam medeniyeti, Batı'ya etki etmiştir; ona katılmamıştır...
141 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.