Her iki tarafta savaşanlar sevdiklerine birbirine benzer sözler
söylerler. Ama her iki taraf da savaşıyor, öldürüyor, geride kalanları anmadan, onların ortak bir düşmanları bulunur: Ölüm!
Ölümün, şendeki anlamı neyse, ondaki anlamı da odur.
Nerede olduğumuzu ve gerçeği bilmeden bir şeylerin
ardında bekliyoruz, soruyoruz: Bu gemiye niye bindik ve ne hata
yaptık? Geç kalanların hikmetine ulaştık mı?
Kendi kendini teselli edersin, tek başına yürüyorsun, kendi
kendinle az konuşursun.
Sende sözcüklerin bir anlamı yok, bir şey söylemek istemiyorsun: “Neden? Bütün bunlar neden?” Anları bir birine çakmaktaşı
gibi vuruyorsun gençliğin verdiği delikanlılıkla olduğu yerde zıplarsın, kıydıkları her şeye kızar ve sorarsın. Ancak o anlatmıyor.
Tekrarlar durursun her fırsatta: Neden... Neden bütün bunlar?
Karanlık. Soruların yuttuğu yatağın yanında düştüm: Ben
neredeyim?
Bedenimi aradım, onun da beni aradığını duyumsadım.
Kendi kokumu kokladım. İnsan hayasından sıkılırken
ki yüzünü anımsadım; bende biçimlendi, onda biçimlendim.
Hiçbir Şeyde
O hiçbir şeydir ve bizi hiçbir şeye alır,
Anlamlarda aranan şeylerle kuşatır
Şeylere benzeyen şeylerle derimizi yüzer
Şeylerin boş sözlerini özleriz
Bizi şeyde nesneleştirir şeyin havasında hafifleşiriz
Boyun eğen kulluğu sevdirir
Kötü kokular içinde şeyler keskinleşir
Onu lanetlerler
Oysa keskinliği şeylere düşer
Boyun eğen kulu normal ve sıradan görür
Onda kul boyun eğer
Son hiçbir şeyden uzanır
Böylece şeylerin soyu olur olmayan hiçbir şeyin sonunda
O şey budur, yeniliğin efendisi,
Sevilip sayılır, iyileştirir, yüceltilir, uzar gider
Palyaçoluk... O şey budur