İnsanın kafasını karıştıran, yüreğini ağzına getiren, içini kaygılara salan hiçbir şeyin kalmadığı bir geçitteydik..
Geride kalan unutulmuştu sanki; ötede bekleyenin sesi henüz gelmiyordu..
“../kimi insan şöyle şöyle bir insanım der; kendini, olduğuyla tanımlar. Kimi insan ise, olmadıklarıyla bilir kendini, kendini tanımlarken en sağlam bildiği, 'şöyle olmadığı ya da böyle yapmadığı’dır..”
"Yaşlanmış olmanın bir iyi yanı var," dedi; "insanın bir yaşam boyu gözettiği, o insanı bir yaşam boyu tanımlamış olan birtakım sınırlar, gerileyiverir, siliniverir... Önemsizleşiverir... O yaşlıya bakan gençler, bu durumu 'düşmek', 'düşkünleşmek', sırasında 'kendini rezil etmek' diye nitelerler çoğu zaman... Oysa, öyle değildir pek ... 'Düşmemek', belki bir süre daha önemli görünür yaşlıya. Sonra bu önem de yiter... Yitebilir... "
...
"Vakit azalmaktadır. Her şeye biraz daha, biraz daha uzaktan bakılmaktadır... İnsanı vaktiyle yıldırmış olan şeylerde bile, gülünesi özellikler seçilmeğe başlanır... Ölçütler değişir... Gizlilik, olsa olsa, henüz yaşlanmamış olanların korunması için gerekli olabilir, önemli görünebilir... Ama koruma sözkonusu değilse... "
Bekledik. Ardı gelmedi. Başımı çevirdim. "Uyuyor," dedim.
İhsan yeniden hızlandı. "Nereye vardıracaktı sözü?... "
Güneş alçalıyordu.
İhsan fısıldadı: "Kemerini yokla. Gevşek gibi duruyor."
Yokladım. "Tamam."
"İnsan bulmuşken yitirmek istemez."
"Kendi kemerin?... "
"Çok dikkat ederim."
Biraz sonra, "Asıl mutluluk bu olsa gerek," dedi, "ulaşmağa can attığımızın biraz öncesi..."