...bekleme salonlarında yeni ayakkabılarıma bakmak için ayaklarımı uzatmışken, ağır makyajlı bir sekreter kayıtsız sesiyle içeri geçmeme izin verdiği anda bir sıçrayışta yerimden kalkarken, -güleryüzlü, konuşkan, nazik ve enerjik, neşeli bir embesile dönüşmüş halde- şişman embesillerle ve kadidi çıkmış embesillerle, yaşlısıyla genciyle, delikanlı edalı, hepsi de iyi giyimli ve kendinden emin, bir süreliğine cana yakın embesillerle, buzlu camlı kapıların ardında maaş günleri, zaman ve üretkenlik hakkında sloganların yazıldığı posterlerin ve takvimlerin, haritaların, manzara resimlerinin ve renkli taşbaskıların karşısında itiraf edilen bütün o basmakalıp vatanperverane ve toplumsal endişelere sahip olanlarıyla konuşurken kendimi anlık sefilliklerin ortasında terk edilmiş hissediyorum.
Buruk bir gülümseme. Ve hayatın uzun yıllardan beri yanlış anlamalardan ibaret olduğunu keşfedersin... hepsi yanlış anlama. Hiçbir şey bunun dışında değil; arada bir bazı unutma fırsatları, gelip zehirlenerek giden bazı zevkler. Belki hayal edebileceğim tüm varoluşlarım sonunda bir yanlış anlamaya dönüşmek zorunda.
Belki yıllar boyunca bir şey hissetmeden, fark etmeden öğrenegeldiğimiz şey budur. Belki kemikler bunu biliyordur; üzerinden atlamak mümkünse kolaydır da belki diye düşünüp bizi çevreleyen yüksek duvarın yanında kararlı, umutsuz kaldığımızda; bizim için önemli olanın sadece kendimiz olduğunu çünkü bizim için tartışmasız güven duyulacak tek şeyin bu olduğunu kesin bir şekilde kabul etmemize ramak kaldığında; sadece kendi kurtuluşumuzun ahlaki bir zorunluluk olduğunu, ahlak dediğimiz şeyin sadece bu olduğunu sezdiğimizde; akla gelmeyen bir çatlağın arasından duvarın öte tarafında titreşerek bizi çağıran doğum havasını soluyarak sevinci, önemsememeyi, koyuvermeyi hayal etmeyi başardığımızda; işte belki o zaman ölüm anına kadar bütün yanlış anlamara katlanılabileceği inanacının kurşun bir iskelet gibi kemiklerimizin içine işleyen ağırlığını hissedeceğiz, yeter ki bunlar kişisel koşullarımızın dışında, reddedebileceğimiz, başkasına yıkabileceğimiz, hayatın akışına bırakabileceğimiz sorumlulukların dışında kalsın.
...hatırlayabildiğim ve verili kabul ettiğim, içinde bulunduğum zamanı ve başka zamanları ölçen ve onları azar azar tüketen saatlerin nabzından kaçacak gücü bulamıyorum kendimde.