Dışarıda buğday tenli çocuklar, tozlara bulaşmış ak yüzleriyle, ağlar güler arası dolaşarak gazete kağıtlarına sarılmış çekirdek satarlar. Bozuk kaldırımlı kasaba sokaklarında başörtülü kadınlar birbirlerine sokularak yürürler. Vitrinlerde gözlerini unutmuş garipler, ölüsünü taşıyan omuzlar, musalla taşının başında siğil siğil ağlayanlar. Yapraklarda yağmurun sesi, ağaçlarda kuşların cıvıltısı, çiçeklerde kelebeklerin kanat çırpışı, tepelerde rüzgarın uğultusu, toprakta burcu burcu terleyen kırağılar ve ... Saymakla biter mi, dış dünyada olanlar.
Hiçbir şey anlamadılar. Anlayacak kadar, bir insanın küçük dünyasında kopan kıyametleri yaşayacak kadar akıllı değiller. Kendileriyle başbaşa hiç kalmamışlar ve hiç hesap sormamışlar kendilerine.