"Anneanne, gidip şuralarda biraz dolaşacağım." O da diyor ki: "Git, git!" ama bana dikkatli olmamı tembihlemiyor, o zamanlar büyüklerin kendi baktıkları küçüklere daha fazla güvenleri vardı.
... bir manzarayı seyrederken edindiğimiz izlenim, her zaman mizaç farklılıklarına ve o manzaranın tam da gözlerimizin önünde olduğu anda içimizde harekete geçen neşe ya da şiddet unsurlarına bağlı olacaktır.
Evime ilk kez gelen herkes binici miyim diye sorar bana hep, oysa tek gerçek, asla binemediğim bir attan düşmüş olmanın acısını hâlâ çekiyor olmamdır. Dışarıdan bakıldığında hiç belli olmuyor ama, ruhum yetmiş yıldan bu yana topallamakta.
Domitilia'ya gelince; bir gün ikimiz, bedenlerimizde dokunulacak, içine girilecek, hareket ettirilecek ne varsa hepsini merak ederek, pürheves sevgilicilik oyunu oynarken yatakta yakalanmıştık.
Anneannemle dedemi böyle koşulsuz tercih etmemi hiç anlamayan biri varsa o da babamdı; bir gün, annemin tarafını kastederek "ninemle dedem" demiştim de, hoşnutsuzluğunu örtbas etme zahmetine girişmeden, "Ötekiler de var ya," demişti. Elimden ne gelirdi ki? Hissetmediğim bir sevgiyi var gibi mi göstermeliydim? Duygular yönlendirilemez ki, o an işimize geldiği gibi takılıp çıkarılabilen şeyler değildir onlar, hele hele, yaşımız dolayısıyla, el değmemiş, özgür bir yüreğe sahipsek.
Bugünün çocukları bunu nasıl kavrayacaklardır bilemiyorum ama, o uzak dönemlerde, bizim gibi çocuklar için zaman, hepsi de bitmek bilmez bir şekilde ağır ağır sürüklenen özel birtakım saatlerden oluşuyor gibiydi. Bunlardan her birinin ancak altmışar dakikadan oluştuğunu artık çaresiz bir şekilde anlamaya başlamamız için aradan birkaç yıl geçmesi gerekiyordu ve ondan daha da sonra, istisnasız bütün bu dakikaların altmışar saniyede sona erdiğinden emin oluyorduk...
Anneannem buna "ocak tanrıçası" derdi, ben de bu bilgiyle yetinmiştim, ta ki yıllar sonra, kitap okumanın öğretici erdemleri sayesinde, sanıyorum asıl cevabı bulana kadar.
Balık tutmakta hiçbir zaman usta olamamışımdır.
......
çünkü ben hiç farkına varmadan, gelecekte benim için daha az önemli olmayacak şeyleri "tutuyordum": Hayalleri, kokuları, sesleri, esintileri, duyguları...
Babamın arkadaşlarına göstermek üzere cebinde bir kâğıt parçası taşıdığı mutlu zamanlardı onlar, aldığım notların daktiloyla yazılı olduğu kâğıdın başlığı "Şampiyonumun notları" idi. Hem de büyük harflerle.
.... fırından aldığımız ve "yedi buçukluk" dediğimiz, mis gibi kokan, sıcacık minik ekmekler; daha ince hamurdan yapılan ve daha pahalı olan, büyük bir iştahla yeme zevkine kırk yılda bir eriştiğimiz "vanilyalılar"... Zaten ekmeğe her zaman bayılmışımdır.