Yollara baktım; gece fenerlerinde aradım, akıp giden sularda, uçuşan yapraklarda aradım.Saadet ve acı her yerdeydi, hem iç içe...Dalgalı, damarlı bir taş gibi.Mavisi, firuze, grisi, laciverti iç içe...
Ben bir çerçiyim.Kırık bir aynanın ardından hayatın içine daldım ve önümde bir duvar yıkıldı...Ben yürüdüm ve korkmadan yürüdüm.Önüme çıkacakları, göğsüme vuracak dalgaları, üstüme düşecek kayaları kabullenerek kendi elimle açacağım çukurlara düşebileceğimi bilerek.Bir duvarı yıkıp yürüdüm.
Aklın aczini değil, gücünü görerek.
"Onu iyi kullan! Fakat kullan! O kullanılmak için verildi."
"Kuyudan çektiğin suyun tadını tatmadan bilemezsin.Bu çocuk göçer bir Kürt ailenden gelir.Dağlı bir çocuk olmalıdır.Kova sana seçerek getirmez suyu; kuyuda ne varsa onu getirir, kovanın suçu ne? Sonuç olarak kişi birbirine benzemez.Âdetleri belki biraz farklı olabilir, görgüleri sizinkine benzemeyebilir; ola ki dağın sertliklerini almıştır, bazı yanları eğilip bükülmez; ancak yürek herkeste yürektir, akıl da öyle.
Dicle, biraz ötemde ilk aydınlıkla ışımıştı.Beyaz bir aydınlanış.Dicle bizim her şeyimiz.Onda doğar onda batarız; güneş de öyle değil mi? Sesi yüreğimizden geçer.Hayallerimiz, bekleyişlerimiz, ayrılıklarımız karışır o sulara; karışır çöker diplere ya da kendini çarpa çarpa bilinmezliklere gider.
Sıkıldıkça, daraldıkça, umutsuz kaldıkça neden göğe bakarız, neden yerlerden değil de göklerden yardım dileriz, şimdi anlıyorum.Ve seziyorum ki Yaratan yüksek bir yerdedir, umut da öyle...