Bankanın birkaç adım ötesinde, vitrinlerdeki mücevherler, giysiler ve arabalar, lanet olası bir sanayicinin ve daha da lanet yaşlı eşinin ihtişamını artırmaya hizmet edecekleri günü bekliyorlar.
Dünyanın geri kalanı içlerinde taşıdıkları çelişkilere tepkisizce teslim olarak, kör, zengin ya da yoksul, yıpranmış bir halde, günü birlik yaşıyorlar; onların sözü güçsüz bir itiraz halinde, hatta bir inilti.
Din adamları kurbanlarını piramitlerin tepesinde öldürüyordu. Onları taştan bir sunak üzerine yatırıyor ve göğüslerine obsidiyen bir bıçakla vuruyorlardı. Hala çarpmakta olan kalplerini çıkartıyor ve güneşe doğru tutuyorlardı. Kurbanların çoğu savaş esiriydi. Bu durum güneşin yaşamı için savaşların gerekli olduğu fikrini doğruluyordu: Savaşların fetih değil tüketme anlamı vardı ve Meksikalılar, eğer savaşlar sona ererse güneşin de artık parlamayacağını düşünüyorlardı.
Para parayı doğurur, paranın da torunları olur ve bu böylece sürer. Beş şilin altı şiline, sonra yedi şilin üç pense dönüşür ve bu böyle sürer, ta ki bir sterlin olana dek. Para ne kadar çoksa o kadar çok üretir, öyle ki sonunda kar giderek daha hızlı büyür.
Yeter ki bir insan resmi -ya da böyle geçinen mülahazalara tamamen boyun eğmeyecek gibi olsun, yeter ki kendi yaşamını yerleşik otoritenin yıkımına adayan kişinin çekimine kapılmaya yatkın olsun, huzurlu ve çıkarlarına
uygun bir dünya imgesinin onun için elverişli bir yanılsamadan başka bir şey olabileceğini sanmak güçtür.
Büyümenin ileriye doğru sıçramalar yapmasını sağlayan, büyümeye yeni alanlar açan keşifler elbette vardır. Ama başka sınırlar ortaya çıkmakta gecikmez ve yitim yeniden kaçınılmaz olur.
Daima aşırılık vardır, çünkü
her büyümenin kaynağındaki güneş ışınları karşılıksız verilmiştir: "Güneş asla almadan verir." Oysa bu aşırı bolluk ve taşkınlık içinde ancak saçılıp savrulabilecek bir enerji birikimi ister istemez vardır.
Semptomlarında hastalık ve tükenme anlamı olan zenginliğin belli bir evrimi, sonunda kendinden uranmaya ve aynı zamanda aşağılık bir ikiyüzlülüğe varır.