geceler biraz inişli çıkışlıydı. kendisini satranç düşünmemeye zorlayamıyordu, uykulu olduğu halde uyku bir türlü beynine erişmenin bir yolunu bulamıyordu; bir boşluk arıyor, ama her girişin bir satranç neferi tarafından tutulduğunu görüyordu, lujin uykunun tam orada, yakında, ama beyninin dışında olduğunu bilmenin verdiği ıstırabı hissediyordu: yorgun bedeniyle odanın içine yayılan lujin uyumaktaydı, ama satranç tahtasını gözünün önüne getiren lujin ayıktı ve mutlu ikiziyle bir araya gelemiyordu.
maç aralarındaki gizli çalışmalarında hayal gücü ne denli cüretkâr, buluşları ne denli parlak olursa karşılaşma başladığında çaresizlik duygusu o kadar kuvvetli oluyor, daha çekingen ve daha ihtiyatlı oynuyordu.
"bir şey değil, bir şey değil," diye cevap verdi kadın ve buna benzer birkaç söz ekledi -gerçek kelimelerin yoksul akrabaları- ne kadar da çokturlar, bu küçük çerden çöpten kelimeler, aceleyle söylenen ve boşluğu geçici olarak doldurulan.
o kara günde çevresini saran onca nefreti ve aşağılayıcı merakı fark ettiğinde gözleri hemen yanan bir sisle dolmuştu ve baktığı her şey -bir şeye bakmanın kahrolası gerekliliğinden dolayı- girift, optik değişimlerden geçmişti. kağıt üzerindeki çapraz mavi çizgiler bulanıklaşıyor; karatahtadaki beyaz sayılar bir büzülüyor, bir genişliyorlar; aritmetik öğretmeninin sesi, sanki durmadan uzaklaşıyormuş gibi, gittikçe daha boş ve anlaşılmaz geliyor ve sıra komşusu olan yanakları ayva türlü sinsi zorba, sessiz bir memnuniyetle: "şimdi ağlayacak," diyordu.