Huzurun kaynağı yürektir.
Hayata onu da katmalıyız.
Akıl bize kendimizi düşündürürken yüreğimiz de başkalarının varlığını bizlere duyurur.
Yüreğin kaynaklık yaptığı sevginin bize duyuracaklarını muhakkak ki akılla idrak edemeyiz.
Akılsız bir şey yapmak, klâsik anlamda bilgi sahibi olmak elbette mümkün değildir; fakat aklı putlaştırmak da son derece yanlıştır. Muhyiddin-i Arabî, şu örnekle aklın sınırlarını, çelişkilerini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor: “Birisi peygamberliğini iddia etse, mucizesini de karşısındaki duvarı konuşturmakla göstereceğini söylese, “Konuş ya duvar!” dese ve duvar da konuşsa…
Konuşan duvar, “Sus ey şarlatan, sen peygamber değilsin” dese, akıl ne hüküm verecektir! İddia sahibi peygamber olmasa, duvarı konuşturamazdı; peygamber olsa idi, duvar “Sus ey şarlatan, sen peygamber değilsin” demezdi.”
Modern denilen ilimler ortaya bir medeniyet çıkardılar. Tabiata karşı, insanın mücadelesinde yardımcı olan bu medeniyet maddenin kombinezonlarına dayanmaktadır.
Maddenin kombinize edilmesinde muharrik unsur akıl olduğuna göre, ortaya çıkan medeniyetin en belirgin özelliğinin hodkâmlık olması tabiîdir; çünkü az önce de işaret edildiği üzere, akıl nalıncı keseri misâli devamlı kendine yontar. Bu telakkî tarzı şahıstan topluma doğru yayıldıkça felaketler de o oranda büyür.
Amerika yerlilerinin Avrupalılar tarafından öldürülmeleri, kitle halinde soy kırımları, Batıkların sömürgelerini talan etmeleri hep bu medeniyetin tabiî sonuçlarıdır.