Fıkıhda ve tasavvufta yorum farklılıklarının sebep olduğu ayrışmalar, düşünce ve aksiyonda, mezhep ve tarîkatlerin zuhûruna sebep olmuş, ancak İslâm'ın hakettiği çizgilerde anlaşılmasına da engeller çıkarmıştır. Kafaları karıştıran bu görünüm, asırların süreklenişiyle şekillenmiş, bilhassa tasavvuf vadisinde katı bir bölünme ile tarikat taassubu yaratmış, sahte şeyhler ve dervişler üretmiştir. Türk—Anadolu'da bu genel görünümün dışında değildi. 13. yüzyılın ortalarına doğru, Anadolu insanı, insan—Allah ilişkisinde kendisiyle (insan—nefs) mücâdele verirken, Moğol istilâsı, bu defa iç dengeleri kurmak istidadında olan insanı, insan—devlet ilişkisinde çıkmaz bir sokağa teslim etti. İçinde, soyut düşüncenin karmaşıklığını aşma savaşı verirken, bu defa, somut gerçekte ekonomi—politiğin yarattığı kaosla, muhayyel alanın hareket kabili-yetinin tükenişini yaşadı. İşte böylesi bir teşevvüş ortamında, yüce Mevlânâ, evvelâ 'Mesnevi'sinde Kur'ân-ı Mübîn'e getirdiği tefsir ile insan—Allah ilişkisinde araya girip kafaları bulandıran sahte şeyh ve tekke erbâbına karşı, saf ruhlara bir pusula görevini üstleniyor. Şu kadar ki, "Mesnevi", aradan geçen 750 yıl içerisinde, 'Kur'ân-ı Mübîn'in mükemmel bir tefsiri, elden ele en çok dolanan, üzerinde en fazla düşünülen ve şerh edilen bir eser oluyor.