Tarihi bilmek, geçmişi yaşamak için değil, geçmişle bağlılığı korumak içindir. İnsan ne geçmişte, ne gelecekte yaşar; esasen asıl olan geçmişi ve geleceği yaşamak değil, onlarla irtibatlı olmaktır. Geçmişle irtibat nasıl yaşadığımızın ve nereden geldigimizin, gelecekle irtibat ise nasıl yaşayacağımızın nereye gideceğimizin şuuruna bizleri sahip kılar. Anı paylaşanlar, geçmişte beraber olduklarının, gelecekte de beraber olacaklarının şuurunda iseler, toplumsal birliklerinin üzerinde daha hassasiyetle dururlar.
Psikolojide sevmeyi “yakınlık duymak” veya “yakınlık duygusu” diye tarif etmek mümkündür. İnsanın soyuna,tarihine,kültürüne,din,ahlak ve töresine,ecdad hatıralarına yakınlık duyması ve dolayısıyla onları sevmesi bir bakıma zarurîdir; insan tabiatının gereğidir.
Okuduğum kitap da dikkatimi bir dize çekti; “Beni bir gözleri âhuya zebun etti felek” diyordu Yavuz Sultan Selim’in sevdalı olduğu Türkmen kızı vefat edince gönlünden dökülen sözlermiş.
“Felek beni bir ahu gözlüye esir etti. Ne naif ama...
Tarihi yapan, kültür ve medeniyetleri oluşturan, kültürlerin taşıyıcılığını üstlenen toplum birimleri içinde en önemli birim millettir, görüşüne milliyetçilik, bu görüşte olanlara da milliyetçi denir.
Türk askerinden bir bölüm yiğit hücuma kalkınca, onların nağraları yanında ne yıldırım ne gök gürültüsü duyulur, ne de ismi akla gelir! Bu millet, öyle bir millettir ki eğer güler yüzle karşılanacak olursa güzellik itibariyle meleklere benzer ve eğer üzerine hücum edilecek olursa, ifrit kesilir.