Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Neoklasik İktisadın Yaratıcı İmhası

Mim Savaşları

Adbusters

Mim Savaşları Sözleri ve Alıntıları

Mim Savaşları sözleri ve alıntılarını, Mim Savaşları kitap alıntılarını, Mim Savaşları en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Eski zamanların güzelim kasabaları ve köyleri, devasa şirketlerin ve bankaların mor/gaye departmanlarının çizim masalarından çıkan anonim toplu konutlarla yer değiştiriyor. İskân, bir mahalle oluşturmak için değil, servet devşirmek için bir araç haline geldi. Böylelikle, bir zamanlar binalarımızı güzelleştirmek için kullanılan finansal kaynaklar, artık faiz ödemelerine ve birkaç büyük şirketin kâr paylarına gidiyor. Sahibi tarafından işletilen bağımsız işyerleri önemini yitirdikçe, asgari ücretle veya onun da altında çalışanların sayısı hızla artıyor. Bu mesele bile müşteri hizmetleri ve iş tatmini anlamında başlı başına yıkıcı etkiler doğuruyor; zira kendi işini yürüten biri, düşük ücretle çalışan ve işin başarısını asla paylaşamayan birine göre, yaptığı işe çok daha fazla ihtimam gösterecektir. Modem finans kapitalizminin zaferini ilan edenlerin değmeyin keyfine: Milyonlarca Britanyalı işçinin yaşadığı manevi çöküntü elbette belli başlı ekonomik performans istatistiklerinin hiçbirinde yer almayacaktır. Yukarıda saydıklarımız, faiz esaslı finansal sistemde yaşamanın getirdiği sonuçlardan sadece birkaçıdır.
Kenneth Boulding kelimeleri iyi kullanmasıyla ve sözünü sakınmamasıyla bilinen bir iktisatçıydı. En sert eleştirileri kendi disiplininin miyopluğuna yönelikti: “Katlanarak artan bir büyümenin sonsuza dek devam edebileceğine inanan biri ya delidir ya da iktisatçı” ve “matematik iktisada kesinlik getirdi. Ne yazık ki, aynı zamanda ölümüne sebep oldu.”
Reklam
Hadi bakalım, siz oradaki paradigma değiştiriciler!
Bilimsel ilerlemenin şöyle gerçekleştiği düşünülür: Uzun yıllar gayet iyi işleyen bir teori, bir paradigma aniden sorunlu hale gelir. Çelişkiler ortaya çıkar, teori artık gerçekliği öngöremez olur. Bilim camiası bunu sezer ve gerekeni yapar. Bir deneyler sağanağıdır gider, bilgiler paylaşılır, makaleler yazılır, konferanslar düzenlenir. Bu entelektüel hengâmeden yepyeni bir teori boy gösterir. Çok titiz bir incelemeye tabi tutulur ve sayısız deneyden geçer. Sonra eğer testi geçerse, nihayet bu yeni teorik çerçeve, yeni kural, yeni “hakikat” olarak kabul edilir. Bu büyük buluşun sahibi biliminsanları Nobel Ödülü”ne aday gösterilir. Camia sükünetle yerine oturur, artık dünyanın gerçekten nasıl işlediğine dair daha iyi bir kavrayışları vardır. Bu bir masaldır. Bilim camiası ve üniversiteniz sizden buna inanmanızı bekler. Thomas Kuhn, 1962 tarihli çığır açıcı kitabı Bilimsel Devrimlerin Yapısı'nda paradigma değişimlerinin nasıl olduğunu tanımlar, Neredeyse her zaman çirkin, karışık, kirli işlerdir; politik devrimlere çok benzerler. İntikamcı bir ayaklanma gibi yayılırlar. Eski ekoller kendi alanını kıskançlıkla korur. Muhalifler her şekilde gözardı edilir,önlerine setler çekilir, yazdiklari yayimlanmaz, işlerinden uzaklaştirilir, aforoz edilir ve her şekilde engellenirler.
Ekonomik büyüme hatalı olarak refahın eşanlamlısı gibi görülüyor. Ormanları ne kadar hızlı keser, nesillerinin tükenmesi pahasına ne kadar çok balık depolarsak, milli gelir o kadar artar. Hatta cinayet, savaş, hastalık ve doğal afetler bile milli geliri büyütebilir, çünkü bu sorunlar da para harcatacaktır... Büyüme temelli ekonomi anlayışımızı tepeden tırnağa gözden geçirmeliyiz ki, kaynaklarımızı doğayla uyum içinde, daha etkili geliştirebilelim. Bizi iklim kaosuna ve finansal çöküşe sürükleyen bu dünyayı kaçınılmaz gibi görmek zorunda değiliz. Butan Başbakanı Jigme Thinley
Müslüman dünyada bir zamanlar alternatif bir ekonomik paradigmanın kurulmuş olduğu gerçeği, zamanımız için hayati bir derstir. Modern İslamcı finansörlerin bu paradigmayı yeniden tesis etmek yerine faiz temelli dünyanın kurumsal yapılarını ve ürün çeşitliliğini adapte etmeye yönelmeleri bu sebepten epey üzücüdür.
İslami İktisada İhtida Edişim Tarik el DİVANİ (...)Finans sistemi hakkındaki rahatsız edici kuşkularıma rağmen, The City'ye bakışımı en nihayetinde değiştiren şey, süreçte karşılaştığım davranışlar ve değerler oldu. Bunlar şüphesiz beni yıprattı, ama her insanın hayatta iki yoldan birini tercih etmeye mecbur kaldığı bir an gelir. Ben müşterilere insan gibi davranmaya çalışırken herkes onlara av muamelesi yapıyordu. Para Tanrı haline gelmişti, fakat ben şu sorularıma cevap arıyordum: “Tanrı kimdir? Benden ne bekler?” Alım-satım işleri sırasında bu türden laflar ölümden bahsetmek gibi bir şeydi. Meslektaşlarım sessizliğe gömülürdü. Daha da kötüsü, bizi bir daha aramamalarına sebep olurdu bu laflar. Ağacın zirvesindeyken istifa etmek The City'de neredeyse hiç duyulmamış bir şeydi; İslami finans alanında ilerlemek için bunu yapmak ise meslektaşlarım açısından neredeyse gülünesi bir hareketti. Benim için bu geçiş, aradığım ahlakı ve faydayı sunuyordu. Diğerleri içinse bu, dinin finans bilimine kabul edilemez müdahalesini temsil ediyordu. Özellikle ortodoks iktisatçılar bu noktayı vurgulamayı çok severdi. Onlara göre din değer yargılarıyla yüklüydü, iktisatçılarsa nesnel bir bakışla yeryüzündeki gerçeklerle ilgilenirdi.
Reklam
Dini vecibeleri yerine getirmeye başlamış bir müslüman olarak hayatın amacının Yaradan'a ibadet etmek olduğunu keşfetmiştim, hayat bu amaca erişip erişemeyeceğimizi belirleyen bir sınavdan ibaretti sadece. Zenginlik başlı başına bir amaç değil, Yaradan'a hizmet için bir vesileydi. Servet biriktirmeyi hayatın amacı kılmak, Yaradan yerine servete tapmak anlamına geliyordu ve bu da insanın düşebileceği en büyük hatalardan biriydi. Yine de bütün sınavlarda olduğu gibi, bu hatayı yapma özgürlüğümüz vardı. Yaradan'ın emirlerini uygulayabilir, ya da görmezden gelip kendi yolumuzdan gidebilirdik. Yaradan'ın yerine getirmemizi istediği sorumlulukların pek çoğu dini ve seküler zihniyetler için ortaktı. Eğer insanlar öldürmekte veya çalmakta özgürse, servet sahibi olan vergisini düzgün ödemiyorsa, iktidara sahip olan gücünü adaletli kullanmıyorsa, bütün toplum acı çekecekti. Birey bir haktan yararlanmak istiyorsa, sorumluluğunu da aynı ölçüde sırtlanmalıydı. İnsan haklarını mahvetmenin en emin yolu, bireylerin insani sorumluluklarından kaytarmalarıydı. İnsana yüklenen sorumluluklar arasında özellikle biri modern çağda arkaplana itilmiştir. ; Bu, faizin haram olmasıdır ve üç semavi dinde de ortaktır.
Tarık el divaniKitabı okudu
“On yıl kadar Peru'nun Sierra bölgesindeki aşırı yoksul yerlerde, orman alanlarında ve Latin Amerika'nın kentsel kesimlerinde çalıştım. O dönemin başlarında bir gün kendimi Peru'nun Sierra bölgesinde bir yerli köyünde bulmuştum. Berbat bir gündü ve kesintisiz yağmur yağıyordu. Ben , de harabelerin içinde ayaktaydım. Karşımda ise bir adam çamurun içinde dikiliyordu, harabenin değil çamurun içinde. Kısa boylu biriydi, zayıf, aç, işsiz beş çocuğu, bir karısı ve bir ninesi vardı. Bense Berkeley”den gelen havalı iktisatçıydım. Birbirimize bakarken fark ettim ki, o koşullar içinde o adama söyleyebileceğim anlamlı hiçbir şey yoktu, bir iktisatçı olarak kullandığım dil hiçbir işe yaramazdı. Ona mutlu olması gerektiğini çünkü gayrisafi milli hasılanın yüzde 5 arttığını filan mı söylemeliydim? Her şey saçmaydı. İktisatçılar rahat ofislerinde yoksulluğu araştırır ve çözümler sunar, ellerinde tüm istatistikler vardır, modelleri inşa eder ve her şeyi bildiklerini sanırlar. Ama yoksulluğu anlamazlar.”
Zaman akıp giderken bir yerlerde mülkiyet kavramı değişime uğradı. Eskiden toprak ortaklaşa kullanılıyordu ve evlerin mülkiyeti uzlaşma ve ihtiyaca göre belirleniyordu. Avrupa'da derebeylik sistemi, arazileri toplumsal düzene —lordlara ve serflere — göre bölüştürüyordu ve nihai sahip olarak Ulu Tanrı bu piramidin en tepesindeydi. Insanlar Tanrı'nın toprağında hizmetkârdı. Afrika'da krallıklar ve şeflikler rütbe, statü ve ailevi ilişkilere göre bölünmüş geniş arazileri yönetiyordu. Kuzey Amerika'da yerli gruplar, toprak kullanımını giderek genişleyen bir çember fikrine oturtmuştu. Bir kişi nasıl güneşe ya da aya sahip olamazsa, toprağa da sahip olamazdı ve herkesin gelecek kuşaklar adına toprağa saygı duyma sorumluluğu vardı. Avrupa aydınlanması yeni bir küresel geleneğin habercisi oldu: kişisel egemenlik, yurttaşlık ve özel mülkiyet. Yaygınlaşan yurttaş ve birey haklarıyla birlikte, Yunan çağının mülk sahibi özne sembolü de geldi. Yeni Dünya'ya yelken açan yerleşimcilerin Eski Dünya'nın komünal sistemlerini sürdürmek yönünde en ufak bir arzusu yoktu. Toprak çitlerle, sınır çizgileriyle çevrildi, tapu senetleri ve diğer belgelerle bölündü ve mülkiyet, toplum ve zaman mefhumlarının ötesinde mutlaklaştı. Bu yeni sınır bölgesinde insan ruhu, erişebileceği bütün maddi unsurlara el uzatan bir çocuk gibi kaldı. Artık toprağın sahibi Tanrı değil insandı. Eski Dünya'nın “biz”inden Yeni Dünya'nın “ben”ine geçmek pek de fazla vakit almamıştı. Darren Fleet
Reklam
New York Borsası'nda bir ağaç büyüyor
Finansal piyasaların çökmekte olduğu ve damlama etkisinin çoğumuzun günlük hayatına yansımaya başladığı, arkadaşlarımızın ve komşularımızın işlerini kaybettiği şu günler (bunu özellikle New York Çevresinde gözlemliyorum) Batı'nın finansal kültürü hakkında durup biraz düşünmek için iyi bir zaman gibi görünüyor. Çoğumuz büyük ihtimalle finans
Geri13
57 öğeden 46 ile 57 arasındakiler gösteriliyor.