Call me Ishmael diye başlayan tüm zamanlardaki en sevdiğim kitap. Belki de bütün insanlığa hitap eden sayılı anlatılardan bir tanesi. Bunu çok basit bir sebepten dolayı söylüyorum. Hikayenin teması insanın kendi kendini tüketmesi üzerine kurulu. Yaşantısı ve kendine özgülüğü ne seviyede olursa olsun her insan ömründe en az bir kere kendini bir şey uğruna tüketir. Çoğu zaman bu öyle bir tükeniştir ki bittim öldüm desen bile içinde yeniden doğmak için yeni bir seni ortaya çıkaracak kıvılcım bırakır. Bu kıvılcımı yeniden doğmak yerine geri kalan ne varsa onu da yakmak için kullanmak bir insanın vereceği en zor kararlardan biri olmalı. Sıradan insanlar başına bir felaket geldiğinde izlerini hatıralarında ve kararlarında taşır. Tekrar canı yanmasın diye elinden geleni yapar. Ahab gibiler ise bu acı ve nefretle denizleri geçmeyi ,dünyanın sonuna kadar peşinde olduğunu kovalamayı kafasına koyar. Bazen düşünüyorum olmuş olanı kabul etmek mi yoksa Ahab gibi hayatın acımasızlığı karşısında çileden çıkıp daha da acımasız bir şekilde durmak mı bir hikayeyi daha anlamlı kılar. Bunun cevabı ne olursa olsun şu bir gerçek ki; kafamızın içinde sallanan bir güverte ,bu güverte üstünde karanlık okyanusa bakıp derin düşüncelerle kendi balinamızı aradığımız anlar olacak. Teselli olur mu bilmem ama söylemekte fayda var. Yalnız değiliz. O güvertede bambaşka yerlerde olsak da hepimiz varız. Hepimiz acı sona kadar aynı acılarla peşinde olduğumuzu arıyoruz.