[G]enel olarak hızla değişen bir dünyayı anlayamamak ve birçok insanın yaşadığı güçsüzlük ve yabancılaşma duygusu, dünyanın yorumlanmasında tabiat-üstü bir gücün rolünů ve benliğin gerçek iletişimi olarak duanın bir sığınma olarak önemini artırmaktadır.
-M. Castells
[...] gerçek hayatta yaşadıklarımız görüntüsel hale getirilip sanallaşıyor ama aynı zamanda görüntülenenleri yani sanal hale gelenleri görüp gerçek hayatta tecrübe ediyoruz: sanalı gerçekliğe dönüştürüyoruz.
Global bir toplumda yaşıyorsak, sosyolojinin bu toplumu resmetmeye yeterli bir çözümleme çerçevesinin olması kaçınılmazdır. Bunun için atılacak ilk adım, global sosyal süreçlere bakışımızı değiştirmektir. Ulrich Beck, bu bakışın "ya o ya da o" mantığından "hem o hem de o" mantığına geçişle değişeceğini söyler. Böylece globalleşmeyi yerelleşmeyle, bütünleşmeyi parçalanmayla, bir kumaşın iki yüzü gibi bir arada düşünmemiz olanaklı hale gelir.
Aydınlanma 'hayat istenci'nin gücünü azaltmaz, onun arzularının ufkunu genişletir. Bilgi, önceden her nasılsa kısıtlanmış olan ya da en azından ilkel ve kayıtsız olan istenci serbest bırakır.
Her şeye seyirciyiz ve birbirimizi seyrediyoruz. Dünyanın her yerinde savaşlar var ama bizi seyrettiğimiz/bize seyrettirilen savaşlar ilgilendiriyor. Baudrillard'dan ilham alarak söyleyecek olursak 'tam ekranlaştırılmış' bir insanlık durumu ve tarihi içinde yaşıyoruz âdeta.
20.yy başlarından bu yana baş döndürücü hızda ilerleyen teknolojiye, ruhlarımızı beklemeden, ne olursa olsun yetişmeye çalışan varlıklar görünümüne sahibiz veya kendimizi öyle gösteriyor, açığa vuruyoruz.