TÜCCARLAR: Efendimiz, şu armağanlarımızı reddetmeyiniz. Size şarapla şeker getirdik.
HLESTAKOV: Hayır olmaz Ben hiçbir zaman rüşvet yemem. Ama bana ödünç olarak üç yüz ruble verirseniz, o başka... ödünç olarak alırım.
TÜCCARLAR: Hayhay, efendimiz. (Paraları çıkarırlar) Hem neden üç yüz olsun, beş yüz versek, daha iyi değil mi? Siz yalnız bizi kurtarın da.
HLESTAKOV: Madem ödünç olarak veriyorsunuz, itiraz etmem, alırım.
TÜCCARLAR: (Parayı gümüş bir tepsi içinde uzatırlar.) Tepsiyi de lütfen kabul etmenizi rica ederiz, efendimiz.
HLESTAKOV: Pekala, hadi, tepsiyi de alayım.
TÜCCARLAR: (Selam vererek) Bari şekerleri de birlikte alsanız...
HLESTAKOV: Yo!... Ben rüşvet almam.
Bir hükümdar, devleti içindeki düzenbazları adaletle, amansız bir şekilde nasıl kovuyorsa, biz de ruhumuzdaki düzenbazları tıpkı onun gibi kovalım. Bu işi yapabilmek için bir çare, bir kamçı var: o da ‘gülme’. Bayağı tutkularımızın korktuğu, çekindiği ‘gülme!’ İnsandaki gerçek güzelliği kirletecek her şeyle alay etmek için yaratılan ‘gülme!’ ‘Gülmeye’ gerçek anlamını verelim artık. ‘Gülmeyi’, kötü ile iyiyi ayırt etmeden her şeyle alay eden, onu düşüncesiz basit bir eğlence aracı durumuna getiren insanların elinden alalım. Başkalarında gördüğümüz bayağılıklara, yalancılıklara nasıl gülüyorsak. İçimizde bulduğumuz bayağılıklarla da, ne olursa olsun, alay etmekten korkmayalım.