"Marek. Arkadaşımın adı buydu. Savaş boyunca arkadaş kaldık. Maskaralık yapmayı severdi. Bir keresinde, Varşova Ayaklanması sırasında Alman tanklarını durdurmak için barikatlar kurmuştuk. Binalarda ne var ne yok hepsini sokağa yığmıştık, sonra Marek bir koltukla masa bulup barikatın en tepesine koydu, masaya örtü serdi ve orada öylece oturup piposunu içerek gazetesini okumaya başladı, burjuvalar gibi... Ne gülmüştük ama! İki gün sonra, sokağın ortasında kafasına bir kurşun yedi. O günlerde dünya korkunç bir yerdi."
"Eskiden burası harika bir buluşma yeriydi. Buradakilere güvenebiliyorduk, bizi babana ispiyonlamazlardı."
"Evden çıkmama müsaade etmezdi. Ama yine de çıkardım. Ben yürüyüp giderken arkamdan bağırırdı. Kendi kendime derdim ki "En kötü ne yapabilir ki? Bırak bağırsın! Ben eğlenmek istiyorum, dans etmek istiyorum."
"İyi de dans ederdin."
"Sen nereden bileceksin? Sen hiç dans etmezdin..."
"Benim arkadaş, adı neydi?.. O benim için seninle dans ederdi ki başka erkeklerle dans edemeyesin."
"Her şeyi karıştırdın. İlk tanıştığımızda o bana dans teklif etmişti, ben de demiştim ki "Hayır, teşekkürler, ama arkadaşın sorarsa bir şansı olabilir..."
"Bana göz koyanın sen olduğunu biliyordum."
"Babaannem sana ne dedi?"
"Tanıdığı herkesin öldüğünü söyledi. Ölemeyen bir kendisi olacak diye korkuyor, yakında tamamen yalnız kalacakmış."
"Peki sen ne dedin ona?"
"Çok yakında öleceğine söz verdim."
"Deli misin be?!"
"Ne? Duymak istediği buydu."