Dışımızdaki değerlerin koyduğu amaçlara ulaşmak için çabalıyoruz ama bu arada içimizdeki değerleri unutuyoruz; hayatımızdaki kopukluk buradan gelmekte.
Evet! Aptallık bu memlekette o kadar yaygın ki, kapıyı pencereyi sıkıca kapamazsan havayla bile içeri girer. Dünyanın en bulaşıcı hastalığıdır aptallık.
Hayat bilinmez olmalıydı; nasıl yaşayacağını, ne zaman kaza geçireceğini, hangi hastalıklara yakalanacağını, nasıl öleceğini bilen bir insan, Endymion’un kaderini paylaşıyor demekti ve dünyadaki hiçbir ölümlü, bu yükü taşıyamazdı.
Ayrıca o dağlarda bulunmayan, başının üstünden mermi geçmeyen, attığı her adımda mayına basmaktan korkmayan, üç gün üç gece yağan yağmurda iliklerine kadar ıslanmayan birisine ne anlatabilirdi ki?
“Mutluluk” gerçekten bir mutluluk hikayesi miydi!
Livaneli’nin yine müthiş kaleminden Anadolu’da belki de bilinen ama saklanan gerçeklerin ustaca kaleme alınışını anlatan bir roman olmuş. Türk kızını ve kadının portresi, gücü, özgürlüğü çizilmiş. Kitap akıp giden bir nehir gibi diyebilirim. Evet okurken bazen yoğun bir duygu geçişi, üzüntü hissedebilirsiniz ama sonundaki an buna değer diyebilirim. Kitapta en etkilendiğim bölüm( Meryem’in İstanbul’da köprü etrafındaki uçurum sahnesiydi), ifadenin çok güçlü ele alındığı belki de o anı sanki yakın bir yerden okuyucuya izletmiş, hissettirmiş olduğu için yazarı bir kez daha tebrik ediyorum.
Serenad kitabı her zaman benim için 1. sırada ama bu kitap Livaneli serisinde 2. hak ediyor.
Okuyun ve okumaya devam etmeniz dileğiyle…
..."O ban kıyamaz ama etrafın aklına uydu!"
"Yoksa bana kıyamaz ! Beni çok sever.
Şiddet gören kadının kendini avutma şekli değil miydi bu söylemler seven insan şiddet gösteremez bunu çevreye uydu diyip normalleştiremeyiz
Zengin bir ailede doğmuş ve hayatı boyunca para sıkıntısı çekmemiş insanlar ile sonradan rahata kavuşanlar hemen ayrışıyordu.
Galiba yoksul çocukluk günleri, bir insana ömür boyu silinmeyecek bir damga vuruyordu…