Senin adını,
Kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım...
Malum ya, bulunduğum yerde,
Ne sapı sedefli bir çakı var..
Ne de başı bulutlarda bir çınar...
Belki avluda bir ağaç bulunur ama;
Gökyüzünü başımın üstünde görmek,
Bana yasak...
Sayfa 32 - Yenigün < Ankara Merkez Cezaevi >Kitabı okudu
(...)
İnsanlar ne şayanı hayret mahluklarmış!.. İçlerinde öyle iyileri, öyle kötüleri varmış ki... Ben ancak otuz iki yaşımda insanları okuyabildim. Şimdiye kadar onlar benim için kapalı bir kitapmış!..
Sayfa 29 - Yenigün <11 Kasım 1933'te Bursa Hapishanesi'nde yazıp Piraye Hanım'a gönderdiği mektubundan>Kitabı okudu
“O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi
Kadının hayali minnacık bir evdi
bahçesinde ebruliii
hanımeli açan bir ev
Bir dev gibi seviyordu dev
Ve elleri öyle büyük işler için
Yıllar önce hapishaneden yazdığı mektubunda, bir başka aşk anlayışını da şöyle anlatacaktı Nâzım Hikmet:
"(...) Mesela ben 45 yaşımı bitirdim... Ama her gün biraz daha âşık oluyorum... Karımdan, sanattan, tabiattan, insanlardan, idealizimden tut da kanaryama kadar her şeye doludizgin âşık oluyorum. Ve çok şükür aşığım. Bu aşk mistik manada filan değil... Her birine ayrı ayrı pratik tezahürleriyle faal bir aşk... Bana öyle geliyor ki, bir tek insana, yüz milyonlarca insana, her tek ağaca, bütün ormana, tek bir düşünceye, fikre, birçok düşünceye ve fikre aşık olmadan yaşamak, yaşamak değildir... "
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
Dayadım sırtımı duvara..
Bu anda ne düşmek dalgalara,
Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım..
Toprak, güneş ve ben..
Bahtiyarım...
"Zevcem, Ruhu Revanım,
Hatice Pirayende..."
Sırasıyla Nüzhet Hanım, Piraye Hanım, Münevver Hanım ve Vera Tulyakova'ya kadar; başlayış ve bitiş koşullarıyla anlatmaya çalıştığımız "Nâzım Hikmet'in Aşkları" ndaki çeşitlilikten, şairin daldan dala konan hercai gönüllü bir insan olduğu sonucuna varmak doğru olmaz... Bu nedenle biraz da, Nâzım Hikmet'in "aşk anlayışı" na bakmak gerekir... Bu konudaki düşüncelerini, yıllar önce Bursa Cezaevi'nde yatarken, çocukluk ve gençlik arkadaşı Vala Nurettin'e yazdığı bir mektubunda şöyle açılıyordu:
" Ben şöyle dört başı mamur bir aşık olsam, fakat dedim ya, bana bağlı, bana bağlı olmayan şartlarıyla; hüsranı, hicranı, firakı, ümidi, imkanı, imkansızlığı, benim enfüsi durumum ve afaki hayat şartlarıyla, yani takım taklavatıyla dört başı mamur aşık olsam - böyle aşk dostlar başına - visalin, hatta maşukamla senelerce aynı çatı altında burun buruna yaşamanın aşkımı azaltacağına değil, bilakis, çoğaltacağına eminim... Çünkü maşukaya - böyle bir aşkın maşukasına - hiçbir zaman yüzde yüz ulaşamayacağımı sanıyorum... Daha doğrusu bundan eminim... "