Nefis ve Şeytanla Mücadele

Ebubekir Tanrıkulu Hocaefendi

Nefis ve Şeytanla Mücadele Sözleri ve Alıntıları

Nefis ve Şeytanla Mücadele sözleri ve alıntılarını, Nefis ve Şeytanla Mücadele kitap alıntılarını, Nefis ve Şeytanla Mücadele en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Nefs-î Emmâre :
İnsanı Allah dan uzaklaştıran, para, şöhret ve şehvet esiri yapan, şeytanın askeri haline getiren ve azdıran bu nefse, ‘‘Nefsi emmare”denir. Bu nefis, daima insana saldıran azılı bir düşman gibidir. Kibir bu nefsin eseridir. Gösteriş bu nefsin özelliğidir. Başkalarını küçük görme bu nefsin vasfıdır. Aşırı derecede mal, mülk ve menfeat sevgisi bu nefsin hedefidir. Adaleti yok eden bu nefistir. Zayıfı ezdiren, insanı insanlıktan uzaklaştıran da bu nefistir.
Kâmil insan, nefsini dâimî bir murâkaba altında tutar. Bunun için başkalarının kusur ve kabahatleriyle uğraşmaz. İnsanların gizli-saklısıyla meşgul olmaz. Bu mevzuda bildiklerini ifşa etmez. O, yüce Mevlâ'nın "Settâru'l-uyûb" (ayıpları çok örtücü) sıfatından nasîb almıştır.
Reklam
Öylelerinden eylesin Rabbim bizleri..
Kâmil insan, zâhiren bir garîb gibidir, ancak gönül âleminde öyle mutantan saraylar içinde ve müzeyyen tahtlar üzerinde saltanat sürer ki, bütün dünyâ onun nazarında kumda oynanan bir oyundan başka bir şey değildir. Dolayısıyla insanlardan ve dünyâdan nefsine âid herhangi bir talebi yoktur. Bütün işlerinde itidal üzeredir. İbadetlerinde de en hayırlı bir yol takip eder.
İnsan maddesi ve manasıyla insandır. Manasız bir madde boş arı peteklerine benzer. Petek olmadan bal olmayacağı gibi, balsız petekte gayeyi temin edemez. Petek madde, yani insan vücudu ise, balda imandır, ruhtur. Şu halde insan, iki yönlü gelişmek, yani hem bedenen, hemde ruhen, manen olgunlaşmak zorundadır. Tek ayakla yürüyen bir canlı, tek kanatla uçan bir kuş varmıdır. Tek kanatla uçmaya çalışmanın insanı saadete ulaştırdığı hiçbir zaman görülmemiştir.
“Kim Rasûl’e itaat ederse Allâh’a itaat etmiş olur.” (Nisâ Suresi,80)
Kur'ân'dan geçmeyen yollar saadete varamaz. İslamı yaşamayan ruhlar saadeti bulamaz.
Reklam
Allâh'ın bu kâinâtı sevk-û idâresinde hâşâ bir noksanlık mı var?
ོ Sünbül Sinan Efendi (k.s), birgün mürîdânına sorar: "Şâyet Cenâb-ı Hakk, farz-ı muhâl bu kâinâtın sevk u idâresini size vermiş olsaydı, ne yapardınız?" Beklemedikleri bu değişik suâl karşısında mürîdler, şaşırmakla beraber Hazret-i Pîr'e cevap vermeme nezaketsizliğinde bulunmamak için muhtelif mütâlaalarını serdettiler. Kimi: "Dünyâda bir tek kâfir bırakmazdım!" Kimi:"Bütün kötülükleri yok ederdim!" Kimi:"İçki içenleri helâk ederdim!" gibi devam edip giden cevaplar verdiler. İçlerinde bir tanesi ise cevap vermeden susuyordu. Pîr'in dikkatini çekti ve ona bakarak: "Evlâdım! Ya sen ne yapardın?" dedi. Edebinden yüzü kızaran mürîd, büyük bir mahviyet içinde şeyhinin bu husûsî hitâbına boyun bükerek şöyle cevap verdi: "Efendim! Allâh'ın bu kâinâtı sevk-û idâresinde -hâşâ bir noksanlık mı var ki, ben farklı bir şey yapabileyim? Kâinâttaki ilâhî tanzîm, tasavvurların ötesinde bir kudret akışı içinde devam ederken benim, âciz, kısıtlı, mahdûd akıl ve irâdemle "Bunu şöyle yapardım, bunu böyle yapardım!" demek ne haddime! " dedi ve utancından gözlerini yere indirdi.
Nefsine karşı bu çetin savaşı kazananları Allahû Zülcelâl Kur'ân'ında övmüş, Efendimiz (s.a.v) de methedip müjdelemiştir. Cenab-ı Hak Kur'ân'ı Kerimde: ‘‘ Ey nefsi huzura kavuşmuş insan, sen Ondan hoşnud, O da senden hoşnud olarak Rabbine dön. Seçkin kullarım arasına katıl ve Cennetime gir.” (Fecr Suresi,27-30)
Şeytan her insanın hayatı boyunca binlerce defa karşılaşacağı en büyük düşmanıdır. Düşmandır çünkü insan yüzünden Allah katındaki makamını kaybetmiştir. Yeryüzünde bulunmasının tek nedeni de insanları saptırmak için Allah'tan aldığı izindir. Kıyamete kadar, bu izin doğrultusunda olabildiği kadar çok insanı cehennem ateşine sürükleyecek, bunu baĢarmak için her türlü yolu deneyecektir. Bu amaçla şeytan, insanları her an gözler insana zarar verecek planlar ve oyunlar hazırlar.
Nefsin Mahiyeti
Hz. Âdem (a.s) ve neslinin tekrar cennete dönmesinin bir mükâfat olarak tecellî edebilmesi için, insanın birtakım güçlükleri aşması gerekli olmuştur. İşte bu sebeplerledir ki Cenâb-ı Hak, diğer varlıklardan farklı olarak Hz. Âdem (a.s) ve onun neslini zıt tecellîlere mazhar kılmıştır. Bunun netîcesinde de insanların, aşağıların en aşağısı demek olan "esfel-i sâfilîn" ile yücelerin en yücesi olan "âlâ-yı illiyyîn" arasında, hak ettiği bir mevkîde bulunmalarını murâd etmiştir. Yâni eşref-i mahlûkat olan insan, hem fıtrî sermayesi ve hem de bu sermayeyi hayra veya şerre kullanmaya medar olan cüz'î iradesiyle, "bel hum edall", yâni "hayvandan da aşağı" bir mevkî ile "melekten bile üstün" bir nokta arasında yerini alır. Bu ise, kulun gayretine ve fıtratında mevcud olan müsbet ve menfi temâyüller arasındaki mücâdeleden hâsıl edeceği netîceye göre gerçekleşecektir. İşte insanoğlunun birtakım müsbet temayüllerle techîz edilmiş olmasına mukabil, bâzı menfî temayüllerle de malul kılınması, bu hikmete mebnîdir.
61 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.