Tam uyanmaya yakın, hakikati bizi tümüyle tatmin edecek açıklıkta rüyamızda gördüğümüzü bildiğimiz anlar vardır.
...
Uyandığımızdaysa, rüyamızdaki imgeleri tüm keskinlikleriyle anımsasak da yazı ve sözcük hakikatin gücünden yoksun kalmıştır. Büyü gitmiştir artık, anlamlarını kavramaktan yoksun, üzüntüyle okşarız onları. Rüya bizim rüyamızdır ama özü açıklanamaz biçimde noksandır; gözümüz iyice açıldığında, artık giremediğimiz topraklara gömülmüştür.
"Yazılarımın sonu geliyor, etrafımda olup bitenler yazdığım. öğrettiğim şeylerin birer saçmalıktan ibaret oldu ğunu gösterdi bana. Umuyorum ki, öğrenmenin sonuyla birlikte yaşamın da sonu gelir."
Çünkü ruhun açıklığı -hakikat- ne sonsuz bir kadere açılır ne de kendini şeylerin bengi dönüşünde kapatır; kendini bir isimde açarak sadece şeyi aydınlatır, kendini şeyde kapatarak kendi görünümüne tutunur ve ismi hatırlar.
İnsan bir tesadüften ötürü suçlu ya da masum olamaz; sokakta muz kabuğuna basıp kaydığımız zamanlardaki gibi, sadece utanç duyar. Bizim Tanrımız mahcup bir Tanrıdır. Ama nasıl her titreyiş tiksinmenin nesnesiyle girilen gizli dayanışmayı ifşa ediyorsa, utanç da duyulmamış olanın işaretidir, insanın kendisine korkutucu bir biçimde yakın olduğunu gösterir.
Yabancı biriyle mahremiyeti yaşamak ve bunu ona yakınlaşmak ya da onu tanımak için değil de uzaktaki bir yabancı olarak tutmak için yapmak: Ve rahatsız durumdayken dahi, günler boyu, her daim açık yerden, varlığın sonsuza dek açık kaldığı batmayan ışıktan başka bir şey olmamak.