...bu süslü püslü insanlardan öğrenebileceğimiz hiçbir şey olmadığına, tantanalarının sadece yaşamlarının boşluğunu örttüğüne inanıyorduk.
Sonuçta, hiçbir şey bizi sınırlamıyor, esir etmiyordu; dünya ile bağlarımızı biz yaratıyorduk; özgürlük bizim özümüzdü.
Pahalı şeylere sahip olmanın verdiği zevk yalın ve dolaysız değildir. Pahalı eşyalar başkaları ile bağ kurmaya yararlar. Bunların büyüleyici niteliği, üçüncü bir büyüleyici kişi tarafından verilmiştir. Bizim uzlaşma tanımayan eğitimimiz ve düşünsel bağlantımızın sarsılmazlığı nedeniyle Büyük Otel müşterileri, lüks arabalı adamlar, vizonlu kadınlar, Dükler, milyonerler bizi etkilemiyordu; hâtta onları, mahkûm ettiğimiz bir rejimin fırsatçıları olarak gördüğümüz için, bu şık dünyayı yeryüzünün tortusu kabul ediyorduk. Onlara karşı alaycı bir acıma duyuyordum.
Biz, hiçbir yere, hiçbir ülkeye, hiçbir sınıfa, hiçbir mesleğe, hiçbir kuşağa ait değildik. Bizim hakikatimiz başka yerde, sonsuzluktaydı ve gelecek bunu ortaya çıkartacaktı: biz yazardık. Bundan başka herhangi bir tanımlama iğretiydi.
Kuşkusuz biraz içmiş olduğum bir akşam Rochechouard Bulvarında Dupont kahvesinde karaladığım bir defter yaprağı buldum: "İşte, gene hiçbir şey düşünmeyeceğim. Bir yığın neşeli küçük intiharlar.”