Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Öncelikler Fıkhı

Yusuf el-Karadavi

En Eski Öncelikler Fıkhı Sözleri ve Alıntıları

En Eski Öncelikler Fıkhı sözleri ve alıntılarını, en eski Öncelikler Fıkhı kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İbn Şirin şöyle demiştir “Kişinin câhil olarak ölmesi, bilmediğini söylemesinden daha iyidir”.
Bundan dolayı insan, dînî ilim tahsil etmekte olan, çoğu kere de bu işe yeni başlamış olan genç talebelerin en zor meselelerde ve en riskli problemlerde büyüklenerek ve aceleci tavırla fetvâ vermelerine çok hayret ediyor. Bu gibi kimseler büyük âlimlere karşı büyüklük ve haddini bilmezlik yapmakta. Hatta büyük imamlara ve meşhur sahabîlere: “Onlar da adam biz de adam”! diyerek kafa tutmaktadırlar. Bunların öncelikle muhtaç oldukları şey, kendilerinin ne değerde olduklarını, sonra da dinin maksatlarım ve güncel gerçeklerin fıkhını bilmektir. Fakat gurur bu hususları bilmelerine yoğun bir perde teşkil etmektedir. Güç ve kudret ancak Allah’ın elindedir.
Reklam
Yüce Allah Hz. Peygamber’e şöyle emretmiştir; “Deki (Ey Muhammed!): Budur benim yolum; akla uygun, bilinç ve duyarlılıkla donanmış bir kavrayışa dayanarak Yüce Allah Hz. Peygamber’e şöyle emretmiştir; “Deki (Ey Muhammed!): Budur benim yolum; akla uygun, bilinç ve duyarlılıkla donanmış bir kavrayışa dayanarak (hepinizi) Allah’a çağırıyorum, ben ve bana uyarılar ( aynı çağrıyı yapıyoruz) ”. O halde Muhammed ümmetinden olup da Allah’a davet eden herkesin davetinin ilim ve basirete dayalı olması gerekir. Bunun anlamı: Davetçinin davetinin bilincinde olması ve neye davet ettiğini bilip ciddiye almasıdır. Böylece kimi, neye, nasıl davet ettiğini bilir. Bundan dolayı “rabbânî”yi tanımlarken, “bilen, bildiğini uygulayan ve öğreten kişi” demişlerdir. Nitekim şu âyet de buna işaret etmektedir: “...İlahî kelamın bilgisini yayarak ve kendiniz (onu) derinlemesine inceleyerek Allah adamları (rabbânîler) olun...”
Yarınları için plan yapması gereken insanların en başında gelenler, İslami hareket adamlarıdır. Bunlar, dünün tecrübesinden yararlanmadan, günün olaylarını gözlemlemeden, ictihatlardaki yanlışları ve doğruları dün ve bugün arasındaki gidişatta yer alan kazanç ve ziyanların miktarını değerlendirmeden, elimizde bulunan maddî-manevî, görünen-görünmeyen, kâr getiren ve heder edilmiş güç ve imkânları bilmeden, işlerin kendi başına gitmesine imkân veremezler. Bizde ve düşmanlarımızda bulunan güç kaynakları ve zaaf noktaları nelerdir, gerçek düşmanlarımız kimlerdir, devamlı ve sonradan ortaya çıkan düşmanlar kimlerdir, bunlar içerisinde kazanılması mümkün olan ve olmayanlar, diyaloğa girilebilecekler ve girilemeyecekler kimlerdir? Düşmanları eşit kabul etmek gerekmez. Çünkü gerçekte onlar farklılık arzetmektedir.
Allah’ın nassları bu gibi farklı anlamalara müsait vaz etmesinde elbette bir hikmeti vardır ki o da, farklı yönelişleri dolayısıyla bütün insanlara bir genişlik sağlamaktır. Bu sebeple Allah, ebedî kitabı olan Kur’an’ı muhkem âyetlerden - ki bunlar onun özünü oluşturmaktadır- ve müteşâbih âyetlerden müteşekkil olarak indirmiştir. Şayet Allah insanları bir tek anlayış ve görüş üzerinde birleştirmek isteseydi elbette Kitabının tamamını muhkem âyetler şeklinde indirir ve bütün nassları kesin olarak düzenlerdi. Kur’ân’ın tamamı şüphesiz sübut bakımından kesindir, fakat âyetlerinin çoğu -detayları itibariyle- delâlet olarak zannîdirler. Bu sebeple de İslam hukukçuları onlardan hüküm çıkarırken farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Ancak ulühiyyet, peygamberlik, ibadetlerin temel prensipleri, ahlakın temel konuları (fezâil/rezâil), âile, miras, cezalar, kısas ve benzeri hususların temel hükümleri, çekişmeyi sona erdirecek ve herkesi tek sözde birleştirecek şekildeki âyetlerle ortaya konulmuştur.
Sübutu zannî olan bir nassı reddeden bazen mazur sayılabilir. Çünkü o kişinin kendine göre söz konusu nassın sâbit olmadığına bir delili vardır. Delâleti zannî olan bir nassta yer alan görüşü reddeden de bazen mazur sayılabilir. Veya bu kişi söz konusu nassa öncekilerin yorumundan farklı yeni bir yorum da getirebilir. Ancak onun yorumu da kesinlik değil, ihtimal ifade eder. Bazen de bu iki kişiden hiç biri, bahane ileri sürme/ kurnazlık yapma ve telfike başvurma niyetinde oldukları ortaya çıkarsa, zanni nassı reddetmeleri hususunda mazur sayılmazlar. Fakat bu gibi kişiler söz konusu konumları sebebiyle, bidat ve ehl-i sünnetin alışılmış yolundan sapma isnadı ile tekfir edilemez ve dinden çıktıklarına hükmedilemez. Onların hesabı Allah’a aittir. Ancak zannî nassı reddetmek herkesin kârı olmayıp sadece güvenilir araştırmacı âlimlere ait bir şeydir.
Reklam
Gerçekte, sübutu ve delaleti katî olan nassları reddeden düşünce terk edilmeli ve dışlanmalıdır. Zira bu kabil nasslar her ne kadar az sayıda olsa da dinde son derece önemlidirler. Çünkü Müslüman ümmetin inanç, fikir, şuur ve ilmî birliğini oluşturan bunlardır. Çekişme anında bunlar hakem kılınır ve ihtilaf anında bunlara başvurulur. Bizzat bunlar çekişme ve ihtilaf kaynağı olursa o zaman insanlar neye müracaat edecekler?!
İslam davetini ve İslamî çalışmaları bekleyen en büyük tehlike, insanları devamlı olarak, hakkındaki ihtilafların hiçbir zaman sona ermediği ihtilaflı meselelere çekmek, onlar etrafında sıcak savaşlar estirmek, insanları o meseleleri kabul edip etmemesine göre sınıflandırmak ve onlarla olan dostluk ve düşmanlığı buna bağlı olarak belirlemektir.
Yine en büyük tehlikelerden biri de, insanlara, hakkında büyük ihtilafların bulunduğu meseleleri hakkında hiç ihtilaf ve çekişme olmayan kabul edilmiş meseleler gibi sunmak, bunu yaparken de, her ne kadar o konularda kendi görüşümüz bulunsa ve başkalarının görüşüne itibar etmesek de, onların görüş ve delillerini görmezlikten gelmektir. Halbuki başkasına ait görüş çoğu kere ümmetin büyük çoğunluğunu oluşturan cumhurun görüşü olabilir. Cumhurun görüşü, hakkında kesin icmâ bulunmadığı için masum değilse de, hafife alınacak bir şey de değildir.
Aranan ve istenen önceliklerden biri de, amelin, ümmeti kuşatan fitne, sıkıntı (bela/mihnet) ve zorluk zamanlarında yapılmasıdır. Böyle bir zamanda yapılan sâlih amel, kişinin inancının, kesin bilgisinin gücünü ve hakta sebatım göstermektedir. Ayrıca bu zamanda sâlih amele ihtiyaç, diğer zamanlardakinden daha fazladır. Nitekim sahih bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Güçlü mümin, Allah katında zayıf müminden daha hayırlı ve daha sevimlidir”. Hz. Peygamber’in aşağıdaki hadisleri de bunu teyit etmektedir: “Cihadın en üstünü, zâlim sultanın karşısındahakkı söylemektir”.
Sayfa 123Kitabı okudu
869 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.