Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Osmanlı Askeri Tarihi

Gültekin Yıldız

En Eski Osmanlı Askeri Tarihi Sözleri ve Alıntıları

En Eski Osmanlı Askeri Tarihi sözleri ve alıntılarını, en eski Osmanlı Askeri Tarihi kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Sınırlar bir ülkenin tenidir; ten zarar görürse, can acır. Bu acının ilk duyulduğu sinir ucları, kalelerdir. Bu nedenle kale, tek kelime ile güvenlik demektir. Bu güven şemsiyesi, ilk önce varoşta yaşayan sivil halk için geçerlidir. Kalelerin dibindeki varoşun sınır çizgisi, kaleden atılan top güllesinin düştüğü yerdir.
Sayfa 15 - Timaş Yayınları
Belgrad ve Vidin öylesine büyüklerdi ki diğer büyük kalelerden ayrı tutulmakta ve tek başlarına değerlendirilmekteydiler. Belgrad aşağı kale ve yukarı kale olarak iki birimden oluşuyordu ve büyüklüklerinden dolayı bunlar iki Belgradcık Kalesi olarak adlandırılıyordu. Vidin'de ise, kendisine bağlı 5 palanka dışında, 1860'ta kale duvarları içinde 2440 ev, 1170 dükkân ile 90 kadar mahalle mevcuttu.
Sayfa 17 - Timaş Yayınları
Reklam
Bir kalenin güvenlik çemberi, iç içe geçmiş üç alandan oluşur. Bunlar en dışta kale bedeninden atılan top güllesinin düştüğü yer, surun çevrelediği alan ve iç kaledir. İç kale, son savunma alanıdır ve sonrası yoktur. Bu yüzden ayrı birer hendek ve duvar ile çevrilidir. İç kale, halk dilinde ahmedek diye tanımlanır. Bunun doğrusu ahmedüke'dir ve Arapça, sana hamd ederim anlamındadır. Öyle ki, o son dua yeri olarak görülmüştür.
Sayfa 23 - Timaş Yayınları
Osmanlı kalelerinde yaşayanların temel gıda maddelerinin, buğday ekmeği, koyun eti, sadeyağ, mercimek, nohut, pirinç, bulgur, soğan, zeytinyağı ve tuz olduğu söylenebilir. Ramazan ayında tayinat miktarının iki kat olarak verilmesi kanun gereğidir. Savaş zamanında ise, tabak-kaşık ile uğraşılmayıp, yalnızca ekmek ve koyun eti verilir.
Sayfa 34 - Timaş Yayınları
Küçük Kaynarca, 1878 Berlin Antlaşması'ndan önceki, Osmanlı'nın en büyük kaybının belgesidir. Bu antlaşma ile yalnızca Kırım ve hinterlandı elden çıkmayacak, pâyitaht İstanbul dahil olmak üzere bütün Karadeniz kıyıları Rus tehdidi etkisine girecektir.
Sayfa 42 - Timaş Yayınları
Rusya'nın artık kendisi için de bir tehlike olduğunu gören Avusturya, 1791 Ziştovi Antlaşması'ndan sonra, Osmanlı ile savaş haline son verse de Rusların artık yardımcı güce ihtiyacının kalmadığı kesindir. Zaten Küçük Kaynarca'dan sonra Rusya, Osmanlı'ya karşı kazandığı her savaş sonunda, daha ileriye uzanmasına yarayacak maddeleri antlaşmalara koyduracaktır. 1792 Yaş Antlaşması Turla Nehri'ni Rusya ile sınır yapınca Özi, Kılburun ve Hocabey; 1812 Bükreş Antlaşması ile de Prut Nehri sınır olunca Hotin, Bender, Akkerman ve Kili elden çıkacaktır. Zaten bundan sonra Rusya'nın kale veya toprak almasına gerek kalmayacaktır. Çünkü sıra Balkan milletlerini Osmanlı'dan ayırmaya gelmiştir ki, bu program 1878'de başarı ile sonuçlanacaktır.
Sayfa 42 - Timaş Yayınları
Reklam
Osmanlı Devleti altı asırlık siyasi ömrü boyunca hep bir kara/ kıta gücü oldu. Pâyitaht İstanbul'un bir liman şehri olmasına ve donanmasının 16. yüzyılda, başta Akdeniz olmak üzere, mücavir iç denizlerde varlığını hissettirmesine rağmen, Osmanlı siyasetinin başlıca askerî enstrümanı kara kuvvetleri idi.
Sayfa 47 - Timaş Yayınları
Klasik dönemde denizlerdeki en büyük rakipleri olan İspanya, Venedik ve Portekiz'e benzer olarak Osmanlılar da, hem ülkelerinin jeopolitik konumu hem de hakim unsur olan Türklerin kültürel mirası sebebiyle, tam bir deniz gücüne dönüşemediler, okyanus ölçekli bir büyük strateji geliştirmediler. Bunun bir neticesi olarak, Osmanlılar 18. yüzyılın sonlarından itibaren sadece karadaki komşularıyla değil, başta İngiltere olmak üzere bölgeye yabancı deniz güçleri ile de asimetrik bir rekabet içine girmek zorunda kaldı.
Sayfa 47 - Timaş Yayınları
Bir imparatorluk olarak anılsa da Osmanlı Devleti, 19. yüzyılda kolonizatör güçler arasına katılmadı. Ordusunun ihtiyacı olan insan gücünü, her sınıf lojistik malzemeyi ve enerji kaynaklarını giderek küçülen ülke havuzundan karşılamaya çalıştı. Ayrıca 1768'den 1918'e dek yaklaşık 150 sene boyunca neredeyse bütün muharebeler ülke topraklarında kabul edildi. Böylelikle, savaş lojistiği ve finansmanının ülke ekonomisini tüketici etkisine, sıcak çatışmaların beşeri coğrafya üzerindeki yıkımı da eklenmiş oluyordu. Bunlara, savaş araçlarının hazır mamul olarak ithal edilmesinin maliyeti ile birlikte savaş tazminatları da eklenince, Osmanlılar 19. yüzyılın ortasındaki mali durumlarını tarif için lugatlerine Fransızca crise kelimesine karşılık buhranı sokmak zorunda kaldılar.
Sayfa 48 - Timaş Yayınları
1768-74 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Kırım'ın kaybı ile belirginleşmeye başlayan yeni strateji arayışları, 1787-1792 Osmanlı-Avusturya ve Rusya Savaşı'ndaki mağlubiyet sonrasında resmî ifadesini bulmuştu. Anılan ilk harpten sonra Küçük Kaynarca Antlaşması'nı imzalamak zorunda kalan Osmanlı ricalinden Ahmed Resmî Efendi, kayıplara karşı İstanbul'daki muhalif seslere şu cevabı veriyordu: "Kızıl elma zannettiğiniz Boğdan'ın al yanaklı elmasına benzemez." Bunu takip eden ve yine hezimetle neticelenen ikinci Rus savaşı sırasında yeniçerilerin savaşmak istememesi üzerine kışlık ordugâh olan Şumnu'da toplanan meşveret meclisinde ise şu hükme varılmıştı: "Eldeki orduyla kıyamete dek harp edilse, düşmana karşı zafer elde etmek mümkün değildir."
Sayfa 49 - Timaş Yayınları
Reklam
Koca Yusuf Paşa'nın Sultan III.Selim'e hitaben kaleme aldığı satırlar, siyasi iradenin o tarihlerde nasıl bir askerî kuvvet hayali kurduğunu açıkça gözler önüne sermektedir: "Bize bir takım asker lazımdır ki, emrimize bağlı, hükmümüzü yerine getirir ola, padişah ulûfesi yiyip, gece ve gündüz tüfeği elinde bıçağı belinde olup, dur dediğimiz vakit dura, git dediğimiz vakit gide, gereğine göre bir yerde beş sene bekleye ve savaştan başka bir işi olmaya. Eğer bizim devletimizde talimli, birbiriyle bağlantılı, düzenli kâfire karşılık verebilecek kadar asker tedarik edilirse, ihtiyaç olduğunda düşmana cevap verip, yedi kralı feth eyleriz."
Sayfa 57 - Timaş Yayınları
Osmanlı Askeriyesi'nde Paralı Askerler
Sekban, levend, deli, tüfekçi isimleriyle bilinen bu savaşçıların tek derdi geçimlerini sağlamak olduğundan, kendilerini istihdam eden ister devlet ister mahalli güç sahipleri olsun, işverenlerine karşı herhangi bir ideolojik ya da manevi bağ hissetmiyorlardı. Sefer zamanı cephede ordunun kalabalık olmasına yarasalar da muharebe performansları oldukça düşüktü. Paraları ödenmediği zaman işi hemen bırakıyor; düşman biraz üstünlük sağlayınca firar ediyor; kendi liderleri dışında kimsenin sözünü dinlemiyorlardı. Standart bir askerî eğitim görmedikleri ve aynı silahları kullanmadıkları için, bunlardan taktik ve stratejik düzeyde etkin büyük birlikler oluşturmak da neredeyse imkânsızdı. Daha ziyade gayrinizami harp şartlarında kullanılmaya elverişli müfrezeler halindeydiler.
Sayfa 58 - Timaş Yayınları
Kadrolu askerlerden farklı olarak yılın tamamında maaş almayan, emeklilik ya da işgörmezlik tazminatı gibi özlük hakları bulunmayan, elbiselerinden silahlarına bütün teçhizatlarını kendileri karşılayan sözleşmeli savaşçı toplulukları, kısa vadede cephedeki asker mevcudunu artırmaya çalışan devlet adamlarına cazip geliyordu.
Sayfa 61 - Timaş Yayınları
Hem III.Selim'in Nizam-ı Cedid hem de II.Mahmud'un Asâkir-i Mansure projelerinde, Osmanlı yönetici elitinin ordunun yeninden yapılandırılmasını meşrulaştırmak için kullandıkları anahtar kavram, düşmana ona benzer bir şekilde karşılık vermek (bi'l misl mukabele) olmuştu. Osmanlı sultanları ve devlet ricalinin bununla kastettikleri, karşı karşıya geldikleri Hıristiyan Avrupa orduları hangi silah, teknik ve taktiği kullanıyorlarsa kendi silah güçlerinin de bunlara başvurmasının bir mecburiyet olduğuydu.
Sayfa 65 - Timaş Yayınları
Dönemin meşhur komutanlarından Keçeçizade İzzet Fuad Paşa'nın 93 Harbi'ndeki gözlemlerine dayanarak yaptığı eleştiriye bakılırsa, "kozmografyayı, kimyayı, fizik bilimini, uzay ve yerçekimini, kadastroyu, integral ve differensiyal hesabını bilen subaylar vardı. Fakat sıra bir büyük karakol kurmaya veya bir kol yürütmeye geldiğinde çok güçlük yaşıyorlardı."
Sayfa 96 - Timaş Yayınları
Osmanlı askere alma sistemi, 1846-1909 arasındaki dönemde gönüllü profesyonellikten yurttaş askerliğine doğru bir dönüşüm geçirdiyse de, pratikte hiçbir zaman bütün nüfusu kapsayan umumi bir zorunlu askerlik uygulaması halini almadı. Bunun için, önce II.Meşrutiyet döneminin 1909 tarihli askerlik kanununu ve arkasından da Birinci Dünya Savaşı arefesinde çıkartılıp Türkiye Cumhuriyeti döneminde de büyük değişiklikler geçirmeden yürürlükte kalacak Askerlik Mükellefiyeti Kanunu'nun hayata geçirilmesini beklemek gerekecekti.
Sayfa 108 - Timaş Yayınları
Reklam
Osmanlı nüfusunun yarıya yakınını oluşturan farklı gayrimüslim topluluklar da 1909 yılına kadar, donanma için küçük ölçekli askere almalar hariç, büyük ölçüde askerlik hizmetinden muaf tutuldular. Gayrimüslimlerin ödemekle mükellef tutulduğu cizye vergisinin yerini alan iane-i askeriye ya da bedel-i askerî adları altında alınan ödemeler, geçici bir uygulama gibi başlamış olsa da zamanla bir kural halini alarak onları resmen askerlikten muaf kıldı.
Sayfa 109 - Timaş Yayınları
75 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.