Hilafet tartışmalarında en fazla müracaat edilen Akâidü'n-Nesefî ve onun şerhi olan Teftezânî'nin kitabında Kureyş'in hilafeti için zorunlu olması gerektiğinin savunulması Osmanlı ulemasını da zaman zaman zora sokmuştur.
...
Hatta II. Abdülhamid döneminde artık medreselerin yanında idadilerin altıncı ve yedinci sınıflarında da okutulmaya başlanan Akaid'in 1317 tarihli baskısından imamet/hilafet ile ilgili bahis çıkartılmıştır.
Bükreş görüşmelerinde maddelerin yumuşatılması için Obreskow'a rüşvet verilmesi planlanmaktadır. Rüşvetin verildiğine dair şimdiye kadar başka bir belge tespit edemedik; ancak sonraki gelişmelere bakılırsa araştırmacıların "Rus aptallığı" olarak gördükleri ve bir türlü izah edemedikleri "hilafet" ile ilgili maddenin Ruslar tarafından kabul edilmesinde verildiğini düşündüğümüz rüşvetin de büyük etkisi olmalıdır.
Cüveynî, Gıyâsü'l-ümem adlı eserinde zamanın halifesi olmaya ehil yegâne kişinin Selçuklu Veziri Nizâmülmülk'ün olduğu görüşündeydi ve hilafet ile tezlerini buna göre inşa etmişti.
Sayfa 21 - Yeditepe, 1. Baskı, dipnot nr. 17Kitabı okudu
"Babürlü hükümdarlarının da Hindistan içinde halife sıfatını kullandıkları ve bu şekilde para bastırdıkları bilinmektedir. Ancak, bu Babürlerin âlemşümûl hilafete bir hak iddia etmelerinden dolayı değil, fakat imparatorluk sınırları içerisinde bu müessesenin uyandırdığı hürmet ve saygıdan dolayı, kendi idarelerini sağlamlaştırmak ve birliği tesis etmek gayesine matuf olduğu açıktır"... Babürlerin halife ünvanını aslında daha 12. yüzyıldan itibaren
İslâm dünyasında, Abbasî halifelerinin haricindeki hükümdarların kullanmaya başladıkları halife ünvanıyla aynı mahiyette kullandıklarını; ancak Osmanlıların "âlemşümûl hilafetini" de tanıdıklarını göstermektedir. Buna mukabil Babürlü hükümdarlarının zaman zaman âlemşümûl hilafet iddiasında bulundukları da vakidir.
Osmanlı sultanları daha Orhan Gazi devrinden itibaren halife ünvanlarını kullanmalarına rağmen, bu Memlük hükümdarlarının kullandığı "emirü'l-müminin" veya "halife" ünvanından tamamen farklıydı... "hadimü'l-Haremeyn" /"hakimü'l-Haremeyn" olmaları ve hacıları hizmet etmeleri sebebiyle bütün İslâm âlemi nazarında Memlük sultanlarının seçkin bir yeri vardı. Osmanlı hilafetinin meşruiyetini ise gazanın önderi olmak sağlıyordu.
Şahin Giray'ın silah zoruyla Kırım'da hanlığı elde etmesi ve bunu tanımayanların büyük bir isyan başlatması üzerine... Kırım ahalisine zorla şapka, soltat ve katana kıyafetleri giydirilip "İslâm dininin asla kabul etmeyeceği kefere heyetine koyuldukları"; bunun üzerine halkın da "Din ve şerîatımıza el vermeyecek teklifi bize etme. Devlet-i Aliyye ile yapılan sulhda hanlar bizim intihabımız ile olmak ve sizin askeriniz bizim içimize girmemek yazılıdır. Biz Şahin Giray'ı hanlığa kabul etmeyiz. İçimizden çık git ve bizi halimize terk eyle" dedikleri bildirildi. Enverî'nin tabiriyle Kırım halkı içine düştükleri vaziyeti bildirmek üzere Osmanlı başkentine "kanlı mahzarlar" gönderdiler.
İstanbul Antlaşması, aslında Küçük Kaynarca Antlaşması'nın hilafet ile ilgili zeminini de hazırlamıştır. Bu nedenle, Rusların Kaynarca Antlaşması ile birlikte Osmanlının hilafet iddialarıyla ilk defa karşılaştıkları iddiası doğru değildir.