HAMM Aşağılık herif! Beni neden dünyaya getirdin?
NAGG Bilemezdim ki.
HAMM Neyi? Neyi bilemezdin?
NAGG Sen olacağını. (Bir an.) Badem şekerimi verecek misin?
HAMM Dinledikten sonra.
NAGG Yemin eder misin?
HAMM Evet.
NAGG Ne üstüne?
HAMM Şerefim.
(Bir an. Gülerler.)
HAMM Çalışıyor mu? (Bir an. Sabırsız.) Çalar saat, çalışıyor mu?
CLOV Neden çalışmasın?
HAMM Fazla çalışmaktan.
CLOV Hiç çalışmadı sayılır!
HAMM (Öfkeyle) O zaman, az çalışmaktan.
CLOV Gidip bakayım.
CLOV Demek hepiniz sizi terk etmemi istiyorsunuz?
HAMM Elbette.
CLOV Sizi terk ederim o zaman.
HAMM Bizi terk edemezsin.
CLOV Sizi terk etmem o zaman.
(Bir an.)
HAMM En iyisi sen bizi yok et. (Bir an.) Beni yok edeceğine söz verirsen sana kilerin şifresini söylerim.
NAGG (Alçak sesle) Duydun mu, kafasının içinde bir kalp varmış! (Temkinli bir biçimde kikirder)
NELL Böyle şeylere gülmemeli, Nagg. Neden hep gülüyorsun?
NAGG Şşt! Yavaş!
NELL (Sesini alçaltmadan) Hiçbir şey mutsuzluktan daha gülünç değildir, kabul ediyorum. Ama...
NAGG (Şaşırmış) Aaaa!
NELL Evet, evet! Dünyadaki en gülünç şeydir o. Başlangıçta ona güleriz, yürekten güleriz. Ama hep aynıdır. Tıpkı sık sık anlatılan güzel bir fıkra gibi. Hep beğeniriz, ama artık ona gülmeyiz. (Bir an.) Bana diyeceğin başka bir şey var mı?
CLOV (Sabit bakış, donuk sesle) Bitti, bitiyor, bitecek, belki bitecek. (Bir an.) Taneler tanelere eklenir, birer birer birikir ve bir gün, ansızın, bir yığın olur, ufak bir yığın olanaksız yığın.
Beckett'e göre, kimi öykülerinde ve şiirsel düzyazılarında betimlediği gibi, sonsuz bir 'bataklığın' dibinde 'önünü görmeden' ilerlemeye çalışan yersiz yurtsuz, malı mülkü olmayan bir 'serseri' konumundadır insanoğlu...
İnsanoğlunun yaşama serüvenini nedensiz ve sonuçsuz bir yolculuğa benzetiyor. 'Dünya'da 'kalıcı' eylemler yapmak ile 'ölümün kaçınılmazlığı' arasındaki çelişkide sıkışıp kalmış 'insan'ın toplum içinde etkin bir kişi olmaya, toplumun gerektirdiği kurallara göre davranarak saygıdeğer bir toplumsal kimlik oluşturmaya çalışması bir 'aldanış'tan başka bir şey değildir. Bu nedenle de Beckett'in kişileri toplumca yaratılmış yüzeysel değerlerin 'en az'a indirgendiği, 'çıplaklaşmış' bir dünyada yaşarlar.
Kendi deyişiyle, iç içe geçmiş ikilemlerin sonucudur baş koyduğu yazma eylemi: 'Anlatılacak hiçbir şey olmayışının, hiçbir anlatım yolu bulunmayışının, anlatma gücü ve anlatma isteği olmayışına karşın, anlatmanın zorunlu oluşunun anlatımı.
'Saçma'nın boyutları 20. yüzyıl ölçeğinde şöyle genişletebilir: gelişen teknolojik ve ekonomik gücün insan üstünde bir baskı aracı olan kullanıldığı, yeryüzünün dengesinin alt üst edildiği, kısacası insandan yana olması gerekenin insana karşı kullanıldığı, dinin ve felsefenin insan yaşamının anlamını açıklamakta yetersiz kaldığı, Batı uygarlığının çözülmeye başladığı, kendi yarattığı ironilerin nesnesi olmuş bir 'altın çağ'ın kepazelidiri Beckett'i ilgilendiren.
Ölüm sonrasında sonsuz bir yaşama ulaşacağı inancından yoksun kalmış, yaşamı 'doğum' ile 'ölüm' arasına sıkıştırılmış, doğumdan başlayarak ölüme doğru ilerleyen, dünya zamanıyla sınırlı bir süreç olan insanın varlığı anlamlandırılabilir mi? Bu iki sorunun her ikisi de olumsuz yanıt alınca gündeme yanıtı olmayan üçüncü soru geliyor: Durum böyleyse, insanoğlu ne demeye -kendi isteği olmaksızın- dünyaya fırlatılmıştır, sonra da ne demeye ölüyor? Beckett, 'insan'ın işte bu 'saçma' konumunu yazdıklarına odak noktası yapıyor.